HAYATIMIZDAKİ KLİŞELER /AMERİKANIN KEŞFİ
Hayatımızın çeşitli safhalarında bir çok klişe cümle ile karşılaşırız. Bunların doğruluk derecelerini fazla düşünmeden olduğu gibi kabul etmek işimize daha çok gelir. Belki böylece genel geçer bilgileri daha rahat öğrenmiş oluruz.
Hayatımızın çeşitli safhalarında bir çok klişe cümle ile karşılaşırız. Bunların doğruluk derecelerini fazla düşünmeden olduğu gibi kabul etmek işimize daha çok gelir. Belki böylece genel geçer bilgileri daha rahat öğrenmiş oluruz. Hele bazı klişelere karşı çıkmak bütün bir batı medeniyetine karşı çıkmayı gerektiriyorsa bunun zorluğu veya tersten bakarsak bu klişeleri kabul etmenin dayanılmaz hafifliği daha rahat ortaya çıkar. Bu klişelere göre mikrobun bulunması diyince aklımıza pastör gelirde Fatihin hocası Akşemseddinin “Maddet’ü-l hayat” isimli eserinde mikroptan bahsettiğini bilmeyiz. Atom fiziği deyince aklımıza Aınstaın gelirde Cabir b. Hayyan’ın ondan bin sene evvel atomun parçalanması sonucu ortaya çıkacak müthiş enerjiyi (atom bombası) tarif ettiğini bilmeyiz. Yine Kimya ilmi deyince aklımıza Lavosier gelirde , onun yeni bir şeymiş gibi takdim ettiği bilgileri ondan yaklaşık olarak 800 yıl önce ilmi bir disiplin haline getiren ,yukarıda ismi geçen Cabir b. hayyan’ı tanımayız. İnsanlarımız fazla dikkat etmeden “Orta doğu” Klişesi’ni kullanırlar. Nereye göre Orta Doğu. Elbette ki Avrupa’yı dünyanın merkezi alırsanız Orta Doğu dersiniz Lübnan’a veya Suriye’ye. Oysa Ümit Aktaş’ın dediği gibi “ bu bölgenin harita üzerinde üstün körü bir tetkiki bile , bölgenin Asya , Afrika ve Avrupa ile olan bağlantılarına karşın hem tarihsel hem kültürel hem de coğrafi olarak bölgenin , üç kıtanın merkezinde ve fiziki olarak da farklı bir ana kıta görünümünde olduğu tespit edilecektir ” . Nereye göre “Uzak doğu” diyoruz Çin’e. Elbette ki Avrupa’yı dünyanın merkezi olarak alırsanız Çin in bulunduğu coğrafyayı Uzak Doğu olarak isimlendirebilirsiniz. Veya neye göre “karanlık orta çağ”. Tabi ki (bazı Avrupalı modern tarihçiler bunun tersini düşünse de ) bu çağ Avrupa için oldukça karanlık bir zaman dilimidir. Ancak bizim içinde bu zaman dilimini aynı aynı kalıplarla kullanırsanız , ruh hastalarının içindeki şeytanı kovmak için kafatasında bir delik açan Avrupa ile , ruh hastalarını müzik ve su sesi ile tedavi eden Selçukluyu eşit kabul etmek zorunda kalırsınız. Fransa imparatoruna guguklu bir saat gönderen Harun Reşitle ,o guguklu saati, içinde şeytan var diye kırdıran Fransız imparatorunu eşit kabul etmek zorunda kalırsınız. Asr-ı saadeti dahi karanlık bu çağın içinde kabul etmek zorunda kalırsınız . Dolayısı ile hayatımız da tartışmadığımız klişelerden biri olan Çağ tasnifi bizim tarihimize ne kadar uyar , bu da bir tartışma konusudur. Avrupa’dan ödünç aldığınız kavramlarla kendi tarihinizi açıklarsanız ,hür köylünüzü serf ,hükümdarınızı (Allah-C.C.- ın sıfatlarından olan) mutlak hakim sıfatı ile tanımlamak zorunda kalırsınız, batıda devletlerin bir kısmı teokratik olduğu için Osmanlı devletini de teokratik kabul edersiniz. Bu klişeleri kabul edersek medeniyetin beşiği olarak eski Yunanı almak zorundayız. Oysa eski yunanın felsefeyi ,tıbbı ,matematiği ve diğer ilimleri aldığı eski Mısır, Mezopotamya veya Hind medeniyetini ön plana çıkaramazsınız. Bu klişelere göre sınıflı bir toplum olan ve köleciliğin oldukça yaygın olduğu eski yunan sitelerini Demokrasinin beşiği kabul etmek zorundasınız. Yoksa aforoz edilebilirsiniz, yazdıklarınız ya sümenaltı edilir veya görmezlikten gelinir. Kim tarafından mı. Tabi ki batıyı ,Avrupa’yı dünyanın ve dahi gönlünün merkezine koymuş , gözleri batı medeniyetinin ışığı ile kamaşmış (belki de kör olmuş) bu nedenle de yerel ve milli olan hiç bir şeyi görmeyen batılı aydınlar tarafından. Onlara göre medeniyetin kaynağı eski yunandan beri batı olduğuna göre doğuyu ,yereli fazla araştırmaya gerek yoktur ,çünki batıdaki “kaşaneler”e karşılık doğuda var olan sadece “viraneler”dir. Homerosu ezbere bilen bu aydınlar Nedim’den veya bakiden bir mısra ezberlemeyi zul kabul ederler. Arapça ,Farsça veya başka doğu dillerini adam yerine koymadıkları için yabancı dil öğrenimi dedikleri zaman İngilizce veya Fransızca öğrenmeyi dil eğitimi kabul ederler. Bu tip aydınların eleştirilerini ali Şeriati , Hilmi Yavuz , Kemal Tahir , Cemil Meriç gibi mütefekkirlere bırakarak esas konumuza dönelim. Ben bu yazımda ezberlediğimiz bir klişeye hakkındaki şüphelerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Hatamız olursa affola.
Ezberlediğimiz ve pek fazlada eleştirmeden kabul ettiğimiz klişelerden biri de Amerikanın keşfi ile ilgilidir. Buna göre “ Dünyanın Yuvarlak olduğuna inanan Kristof Kolomp hep batıya giderse sonunda Hindistan’a varacağına inanır. Bunun için gerekli olan insan ,gemi vb ihtiyaçları için krallara baş vurur ancak hiçbirisini ikna edemez . En sonunda İspanya Kraliçesi İsabella’yı ikna ederek gerekli olan yardımları alır ve yola çıkar”.
Bu bir klişedir. Ancak bu klişenin içinde o dönemin en güçlü devleti olan Osmanlı devletinin ismine rastlamıyoruz. Yani Kolomp güçlü ve büyük devletlere başvururken Osmanlıya başvurmak aklına mı gelmemiştir. Yoksa Kolomp aslında Osmanlı devletine baş vurduğu halde bu olay tarihi vakaların arasına mı girememiştir. Kesin yargılardan kaçınarak Kolomb’un İstanbul seyahati , amerikanın keşfi ve sonuçları ile ilgili klişelere gireceğiz.
Önce Dünyanın yuvarlaklığı meselesine bir giriş yapabiliriz. Burada sanki “ bütün bilim adamları dünyanın düz olduğuna inanıyorlardı ancak Avrupa’da bazı bilim adamları bunun tersine dünyanın yuvarlak olduğuna inanıyordu ve kolomp bunlardan etkilenerek dünyanın yuvarlak olduğuna inanmaya başladı ” gibi bir ön yargı var. Aynı ön yargıyı Macellan konusunda da görüyoruz. Bu klişeye göre “ Macellan gemileri ile hep batıya giderek sonunda bulunduğu yere geleceğine inanıyordu. Bu nedenle Lizbon’dan yola çıktı ve kendi değilse bile arkadaşları bu yolculuğu tamamladılar ve dünyanın yuvarlak olduğu ispatlandı ”. Bu mantıkta batı haricindeki kültürlere yer yoktur. Çünki dünyanın yuvarlaklığı konusunda doğuda özellikle müslüman alimler tarafından yapılan çalışmalar bir kalemde yok farz edilmektedir. Bu konuda bilinen genel geçer bilgilerin eksikliğinin anlaşılması için umman gibi geniş olan bu çalışmalardan ve o dev şahsiyetlerden bir kaç örnek vermek yeterli olacaktır : Mesela güneşin kendi etrafında döndüğünü ilk defa ortaya koyan ve Ekliptik meylini ( Dünyanın güneş etrafındaki elips şeklindeki yörüngesi) ilk bulan kişi olan Ahmed Fergani 861 tarihinde vefat etmiştir. 873 tarihinde vefat eden Ebu cafer b. Muhammed Dünyanın çevresini doğruya oldukça yakın hesaplamıştı. 929 tarihinde vefat eden Bettani ayın ve güneşin görünür çaplarını ölçmeyi başarmıştır. 973 tarihinde doğan Biruni kopernikten 500 yıl evvel Güneş merkezli gezegenler sistemini bulmuştu. Biruninin bilim tarihindeki yerini anlatan şu parça dahi görmezden geldiğimiz değerleri göstermeye kafidir :
“ Güneş merkezli gezegenler sistemini Kopernik o günün şartları ile nasıl tespit etmiş dediğinizde Dr Sigrid Hunke size itiraz edecektir ‘ bu söylediğinizi Biruni Kopernikten 500 yıl evvel yapmıştı’. ‘Peki Galile’nin güneşin yüzeyindeki lekelerin varlığını tespit etmesine ne diyeceksiniz’ diye sorduğunuzda Hunke’nin gülümseyerek size ‘Biruni bunu Galileden 591 yıl evvel yazmıştı’ demesine şaşıracaksınız” .
Biruni Newton’dan 700 yıl evvel “Dünya dönüyorsa ağaçlar,taşlar yerlerinden niçin fırlamıyor” sorusuna “Bu durum dünyanın dönmesi ile ilgili teorimizi çürütemez .Çünkü her şey dünyanın merkezine doğru düşer . Bundan dünyanın merkezinde bir çekim alanı olduğu sonucu çıkar. İşte bu yer çekimi ,yeryüzündeki her şeyin fırlayıp gidişini önler” cevabını vererek yer çekimine dikkat çekmiştir. Konumuzun dışına çıkmak pahasına Biruni’nin bir kaç keşfine daha yer vermek yararlı olacaktır “ Işığın ve sesin hızı olduğuna ve ışık hızının sesinkinden daha olduğunu yazan Biruni görme olayının cisimlerden göze doğru gelen ışınlar nedeniyle gerçekleştiğini yazmıştır. Arabistan yarımadasındaki çöllerin denizin çekilmesi ile oluştuğunu iddia eden Birini buna delil olarak kazılarda çıkan taş ve fosilleri göstermiş ve Tahdidü Nihayeti’l Emakin isimli eserinde Jeoloji ile ilgili ilginç bilgilere yer vermiştir”Dolayısı ile Kolomp ve Macellan’ın yaşadığı dönem de dünyanın yuvarlak olduğuna inananların sayısı azdı ve bunlarda Avrupa’da idi gibi bir ihsas bile oldukça yanlıştır.
Şimdi ikinci meseleye gelebiliriz. Yani “Kolomp Müslüman bir devlet olan Osmanlıya başvurup ,vurmadığı ” meselesine .Bu konuyu çokta fazla uzatmadan konuyu kolombun hatıralarından devam edelim. Kolomp Küba’ya çıkmış ancak umduğu hazinelerle karşılaşamamıştır. O arkadaşlarını şöyle teskin eder : “ Burada Kubilay kağanın zengin madenlerini bulamadık . Fakat ne yapalım . Burada bir çok sakız ağacı var. Biz gemilerimizle anayurda sakız taşısak bile çok para kazanırız. Zaten ben sakız adasında sakızcılığı adam akıllı öğrenmiştim” . O dönemde sakız adasına giden yollar Sakız adasının hakimi olan devletin yani Osmanlı Cihan devletinin de başkenti olan İstanbul’dan geçerdi. Dolayısı ile Kolomb’un hatıralarından da yola çıkarak onun İstanbul’a geldiği izlenimini edinebiliriz. Kolomp o dönemde tanınan bir şahsiyet olmadığı için onunla ilgili direk belgelere ulaşmamız oldukça zor. Ancak geçen asrın Osmanlı müverrihlerinden olan arif mollanın Menakıpnamesinde bu konu ile ilgili ilginç bir anekdota rastlayabiliyoruz. Arif Molla Menakıp namesinde şöyle diyor :
“Sultan Beyazıt han-ı sani(İkinci Beyazıt) zamanında Kolon adlı hükemadan bir Frenk İstanbul’a gelir. ‘ Bana biraz gemi verin , size yeni bir dünya bulayım’ der. Sultan Bayezid babası merhum Sultan Fatih gibi öyle pek dirayetli olmadığından Ülema ve vüzera ne derse onu kabul ederdi. O vaktin ileri gelenleri olmaz öyle şey dediler . Kolonun gemisini yüzdürürler ,gider. Kolon buradan İspanyaya gider . İspanya istediği kadar gemi verir....”
Peki Hıristiyan olan Kolomp , Müslüman olan Osmanlı devletine başvurabilir mi , bunu kabul eder mi. Yani psikolojik alt yapısı buna hazır mıdır. Bunu cevaplandırmak için önce Fatih Sultan Mehmed dönemine dönmek gerekir. Fatih İstanbul’u fethettiği zaman bir siyaset geliştirdi. Fatihin bu roma siyasetine göre Fatih Doğu Roma İmparatorluğunun başkentini ,tacını ve tahtını ele geçirmişti. Dolayısı ile Doğu roma imparatoru sayılırdı ve doğu romanın bir zamanlar hakim olduğu her toprak parçası üzerinde artık fatihin hükümdar olarak hakkı vardır. Ancak Fatih bunu kuru bir iddia olarak yaşatmamış ve dillendirmemiştir. Tam tersine bir çok Bizanslı ilim adamı bu iddiayı destekleyecek görüşler beyan etmişlerdir. Fatihin Müslüman nedimlerinin yanında Ortodoks ve katolik ,Rum ve İtalyan nedimleri de vardı. Georgios Trapezintios, Amirutzes , Benedotti dei, Craico d’Ancona ,Jacopo da Gaeta bunların en meşhurları idi. Bunlardan Georgios Trapezuntios 1466 yılında Fatihe şöyle hitap ediyordu : “Kimse şüphe edemez ki , sen Roma İmparatorusun . İmparatorluğun taht şehrini elinde tutan kimse hukuken İmparator ve Roma İmparatorluğunun taht şehri de İstanbul’dur. Seni kılıcınla bu tahta malik kılan insanlar değil Cenab-ı Haktır . Şu halde sen Romalıların meşru İmparatorusun. Romalıların İmparatoru olan zat ise bütün arzın imparatorudur”. Bu tarihçilere göre imparatorluk bir zamanlar paganlıktan nasıl Hıristiyanlığa geçmişse şimdide İslam dinine geçmiştir ve bunda da yadırganacak fazla bir taraf yoktur.
Tarihci Grenard ise o dönemde kendi bakış açılarını şöyle açıklıyor “ Osman oğullarının Roma İmparatorlarının yerini aldığını II .Mehmedle çağdaş olan bir çok Bizans tarihçisi ,Chalcondyles, Kritobulos, vs. çok iyi anlamışlardı . Ekseri tarihçiler , Osman oğullarını Roma İmparatorlarının meşru halefi saymışlardır. XVIII. Asırda Osmanlı askeri tarihi üzerine klasik bir eser yazan Kont Marsigli de ‘ İstanbul’u fetheden ve Roma İmparatorlarının tahtına çıkan II. Mehmed’ demektedir ”. Fatihin Roma seferine hazırlandığı zaman Floransa , Napoli, Ferrara gibi şehir devletlerinin bastırdıkları madalyonların üzerindeki sözlerde fatihin projesinde ne dereceye kadar başarılı olduğunu gösterir . Mesela Ferrara şehir devletinin bastırdığı madalyonun üstünde “Svltani Muhammeth Octhomani vgvli Bizantii İmparatories,1481/Türklerin ve Doğu Romanın imparatoru Osman oğlu Sultan Mehmet”. Venedik devleti meşhur tarihci Babinger’in yaptığı araştırmalara göre Osmanlının Güney İtalya’daki meşru haklarını tanıdığını bildirmiştir. Çünkü buralar zamanında Bizans’a bağlı idi. Dolayısı ile Venedik de Fatihi meşru Bizans varisi olarak kabul etmektedir.
Gerek fatih döneminde gerek daha sonraki dönemlerde ,mesele Kanuni döneminde Fransızları yaptığı gibi bir çok Hıristiyan devlet Müslüman Osmanlı Devletine başvurmada fazla tereddüt etmemişlerdir. Burckhardt “İtalya’da Rönesans Kültürü” adlı klasik eserinde aynen şunu söylemektedir “ XV. Asırda açıktan açığa ,hiç bir çekingenlik göstermeksizin Türklerle işbirliği yapılıyordu. Siyasi bir nüfus vasıtası olarak böyle bir hareket , aynı çeşitten olan diğer hareketlerden farklı bir şey sayılmıyordu....Görülüyor ki Fransa kralı I. François ile Kanuni arasında yapılıp adı o kadar kötüye çıkarılan antlaşma , kendi nevinde yeni ve o vakte kadar işitilmemiş bir şey değildir ” Dolayısı ile Kolombun döneminin güçlü devleti olan Osmanlı devletine başvurmuş olması hiçte yadsınır bir düşünce olmamalıdır. Hülasa edersek :
a-O dönemde dünyanın yuvarlak olduğuna inananların sayısının az olduğu ve bunların da Avrupa’da bulunduğu fikri yanlış bir fikirdir. Bu düşünce doğuda 9. Asırdan beri bilinen ve ispatlanan bir düşünce idi.
b-Kolomp gemi ve mürettebat için güçlü devletlere başvurmuştu . Dolayısı ile dönemin en güçlü devleti olan Osmanlı devletine başvurmuş olması da ihtimal dahilindedir.
Avrupalı tarihçilerin bu konuya fazla eğilmemeleri gayet normaldir. Orhun abideleri ilk defa okunup bunların Türklere ait olduğu ortaya çıkınca Avrupalı birçok bilgin gelişkin bir devlet felsefesi ile yazılan bu abidelerin Türklere ait olamayacağını iddia ettiler . Onlara göre bu kadar gelişkin olan bu anıtlar bir şekilde Avrupalı milletlerle ilişkili olmalı idi. Çünkü Onlara göre Medeniyetin beşiği Avrupa idi , onların bu iddialarını zayıflatacak her şey görmezden gelinmeli idi. Batılı doğu bilimciler olan Müsteşriklerin emperyalizmin 5. Kolu ve öncüleri olduğu da unutulmamalıdır. Yani batılı emperyalizm bir bölgeye girmeden önce o bölgeyi tanımak için önce ilim adamlarını gönderirdi. Napolyon bile meşhur mısır seferine giderken yanında onlarca meşhur bilim adamını almıştı. Bu konuda bir örnek vererek bu bahsi kapatalım . UMRAN dergisinde yayınlanan İngiltere Mektupları isimli köşede Kani Torun İngiltere’den şöyle yazıyor : “ I. Dünya Savaşı’nın bitişinin 80 .yıl dönümü kutlamalarında Türkiye’nin adı bir kez olsun geçmedi. Hatta Okul tarih kitaplarında I. Dünya Savaşı anlatılırken Türkiye’den bahsetmiyorlar . Sanki İngilizler Çanakkale’de savaşmadılar....”
Batı yenilgilerini gizliyor ,aynen katliamlarını gizlediği gibi. Kızılderililere ,kara derililere yapılan zulümler çokta uzakta kalmadı. Özellikle siyahların çektiği zulümleri anlatan onlarca eserden ülkemizde en çok tanınanları Alex Halley’in “Kökler” isimli eseri ve aynı yazarı Malcom X’ in hayatını anlattığı biyografik eseri. Biz bu kısa hatırlatmadan sonra batılıları mantığını anlatmak için Roger Garaudy ‘nin Pınar Yayınlarından çıkan İsrail , Mitler ve Terör isimli kitabından alınan şu satırları lütfen dikkatle okuyalım “ Sovyet ordusu hedefinin ilerisine ulaştığı için ,hiç bir askeri menfaat olmadığı halde , 200.000 sivilin ölümüne yol açan Dresden bombardımanının İngiliz -Amerikan sorumluları da sanık sandalyesine oturtulmalıdır. Yine Japonya’nın teslimi İmparator tarafından kararlaştırıldığından ötürü , hiç bir askeri gereklilik yokken , 300.000 sivilin hayatına mal olan Hiroşima ve Nagazaki atom kıyametinin suçlusu Truman yargılanmadı”
Batının kendi dışındaki kültürlere bakışı düşmanca olduğu gibi kendi içindeki mücadeleleri de acımasız . İlk Hıristiyan inananları aç kaplanlara yediren zavallı gladyatörleri birbirine öldürten Roma İmparatorluğunun yaptıklarını hatırlayınca batılıların bu yaptıkları insanda fazla hayret uyandırmıyor. Bu konuda batının gerçek yüzünü ortaya koyan kitaplarda biri de Dr Sedat Cereci’ nin Şule yayınlarından çıkan “Vahşi Batı” isimli kitabıdır. Bu düşmanca bakışı en güzel tahlil eden kişilerden biri de yüksek eğitimini batıda alan dolayısı ile doğuyu ve batıyı çok güzel tahlil edebilen ali şeriati. Merhum yazarın özellikle Özellikle Öze dönüş ,Dinler tarihi , medeniyet ve modernizm gibi eserleri batı medeniyetinin bir yüzünü çok güzel ortaya koyuyor.
Batının kara yüzü deyince elbette F.Fanon’u unutmamak gerekir. Tarihten Sosyolojiye geçişimiz kimseyi şaşırtmamalı sonuçta insanlar tarihi yapar ,sosyoloji de tarihi yapan o toplumları araştırır. Bu bahsi burada kapatarak müsaadenizle Amerika ile ilgili bazı ilginç tarihi anekdotlar aktarmak istiyorum. Barbaros Hayrettin Paşanın ilk İstanbul’a geldiği zamandır. Padişah Barbaros ve maiyetini kabul eder görüşmeler yapılır . Ancak Vezir-i Azam Makbul/Maktul İbrahim paşa İran seferi hazırlıkları için Halep’tedir. Denizlerin büyük kaptanı Vezir-i Azam’la görüşmek üzere Halep’e gider . İbrahim Paşa ile yaptığı görüşmede Osmanlı devletinin Yeni Dünya denilen Amerika’ya bir filo gönderip burada sömürge edinmesi gerektiğini anlattı. Ancak Paşa Akdeniz’de çok işleri olduğunu , İspanyanın Mağripte(Kuzey Afrika) gözü olduğunu ,bunun önlenememesi durumunda Atlantikten mısıra kadar bütün Kuzey Afrika’yı Endülüs ve yeni dünya gibi Katolik yapacağını ve engizisyonu buraya sokacağını ,belirterek Barbaros un bu teklifini geri çevirir. O Dönemde Osmanlı deniz gücünün , dünyanın geri kalan bütün donanmalarının toplam gücü üzerinde bulunduğunu göz önünde tutarsak ,Barbaros’un teklifi Osmanlı için hiçte zor değildi.
1513 tarihinde yaptığı Amerika haritasının sırrı henüz tam olarak çözülemeyen Piri Reis’in 1525 tarihinde yazdığı Kitab-ı Bahriye isimli eserinde geçen :
Hangi tarihte bulundu iş bu yer
Anlatayım, bak tarihçiler ne der
Tarihi hicret bu idi o zaman
Ta sekiz yüz yetmiş idi tam o an
İş bu tarihte bulundu o zemin
İsmine antilya dediler anın... Mısralarında antillerin keşif tarihi olarak Hicri 870 tarihi veriliyor ki buda M. 1465 yılını göstermektedir. Bu Kolombun 1492 yılında Yeni Dünya Kıtasına çıktığı tarihten önce bir tarih olduğu için akla bu kıtaya Kolombdan önce çıkan Avrupalılar varmıydı sorusunu getirmektedir. Bu soruya verilen en meşhur cevaba geçmeden evvel Kızılderililerin kökeni hakkında çıkan iki makaleye değinmek istiyorum. Değerli gazeteci büyüğümüz M. Necati Özfaturanın Türkiye Gazetesinde çıkan 11 Ağustos 1999 tarihli “Kızılderililerin Kökleri ” ve 25 Ağustos 1999 tarihli “Kızılderililerin Dili” isimli makaleleri , konu ile ilgilenen meraklılar için ilginç bilgiler ve bakış açıları verebilir. Sayın Özfatura yukarı da sorduğumuz soruya cevap niteliğinde “Fenikeliler , Vikingler ,Galya, Jamon çağı Japonlar ve Çinli gezginlerde Amerika’ya gelmişler ancak iz bırakmamışlardır ” demektedir . Yazar ayrıca Kızılderililerin kültürü ,dili ile Orta Asya Türk kültürü ve dili arasındaki ilginç benzerliklere dikkat çekmekte. Bu konudaki araştırmalara yer veren başka bir dergi ise Türk Dünyası Araştırmaları Vakfının yayınladığı Türk Dünyası Dergisi. Meraklılarına duyurulur.
Biz Kolomp’ tan önceki kaşifler konusuna tekrar dönebiliriz. Bu konuda Vala Nureddinin 1954 mayısından başlayarak dizi olarak Resimli Tarih Mecmuası’nda yayınladığı “ Amerika kıtası nasıl keşfedilmişti” yazı - dizisi roman tarzında yazılmakla beraber bilinen veya iddia edilen tezlere değinmektedir ki bunların en meşhuru Kızıl erik isimli Vikingin hikayesidir. Vala Nureddin yazısının bir yerinde şöyle diyor “ Amerika’yı keşfeden Kristof Kolomp olarak tanınıyorsa da ,kendisinden 492 yıl evvel , Norveçliler anlattığımız şekilde oraya giderek müstemleke kurmuşlar dört asra yakın orada barınmışlardır. Bu uydurma bir hikaye değildir. Bahsettiğimiz şekilde(Bu seyahatlere katılan) eski zaman şairlerinden ve İzlanda papazlarından maada bu maceranın doğruluğunu yeni devrin maddi vesikaları da ortaya koymuştur...Lakin bunlar hep faraziye gibi görünüyor ,zihin maddi delil istiyor . Arkeologlar , Normanların Kuzey Amerika’da bulunduklarına dair izler keşfetmişlerdir. Mezarlarıyla ,içlerindeki kemiklerle ,taşlardaki yazılarla ,Normanların burada yaşayıp öldükleri tespit edilmiştir ” . Vala Nureddin bu kalıntılardan Kızıl Erik’in oğlu Thorvaldın mezarının bulunmasını şöyle anlatıyor : “ Yerlilerle yapılan savaşta yara alan thorvald tahmin ettiği gibi kısa bir süre sonra vefat etti ve vasiyyet ettiği yere gömüldü. On dokuzuncu asrın ortalarında Boston körfezinde araştırma yapan arkeologlar Alderton burnunun biraz ötesinde bir mezar keşfettiler. Bu lahit ,Avrupa usulü harçlı olarak örülmüştü. Mezarın içinde demir kabzalı bir kılıç buldular. Bu keşif arkeologları fevkalade hayrete düşürdü. Zira bu mezar ve içindeki bir kızılderiliye ait olamazdı. Bu ancak kolomp tan çok evvel buraya gelmiş bir Avrupalıya ait olabilirdi. İskeletten olduğu gibi kılıçtanda bu hakikat anlaşılıyordu. Lakin siyasi mülahazalarla amerikan efkarının dikkati bu keşiften uzaklaştırıldı. Bu mezarın içindeki kim olabilirdi İskandinav şairlerinin ve İzlanda papazlarının anlattıkları birleştirilirse bunun kızıl erik’in sekiz asır uykuya dalan oğlu olduğundan şüphe edilemezdi” Yazar Vikingler in Amerika’ya geldiğine dair diğer bir maddi kanıtı şöyle sunuyor “ Massachusets eyaletinde Bristol civarında bir yazılı kaya bulunduğunu ilave edelim. Buna dighton kayası diyorlar. Yolcular ziyaret ederler. Dört metre kaidesi , 1,70 kaidesi olan bu ehram biçimli kayanın üstünde eski iskandinavların kendileri tarafından yazılmış maceraları yazılıdır. Bu kaya 1680 tarihinde keşfedilmiştir. Okunan ibareler arasında şu da vardır ‘CXXXI Şimalli adam bu memleketi Thornfinnle işgal ettiler’
Bu Kıtada Norveçlilerin hakimiyet kaybetmeleri ise salgın hastalıklar sonucu olmuş 1347 ve 1351 senelerinde karaveba önce Avrupa’yı kırıp geçirir ve oradan Amerika’ya geçerek burada da binlerce insanın ölümüne sebep olur. Bunun üstüne korsanların baskınları ,buraları yağmalamaları buradaki Avrupalı koloniyi nerede ise yok olacak hale getirdi . Kızılderili faktörü de katılınca Norveçli son kolonizatörler de 1390 yılında bu bölgeyi terk ederler. Bu macerada burada sona erdi. Bu olayların başlangıcını yani ilk seferi anlatan ve günümüze kadar gelmesine sebep olan kişi bu ilk sefere katıldığını iddia eden kişi İzlandalı şair Anlaf’tır.
Bu oldukça kuvvetli iddialar dışında da konu ile ilgili olarak M. Necati Özfatura Beyin de işaret ettiği gibi başka iddialarda vardır. Ancak konumuzun dışında kaldığından biz bu iddialardan yalnızca birine Kızıl Erik’in Oğullarının hikayesine yer verdik.
Tarihimizle ilgili olan ancak es geçilen konulardan biri de Rönesans ile ilgili olarak ezberlediğimiz klişeler. Avrupa Rönesans’ı ile ilgili kaynaklarda Fatih ve Rönesans arasındaki ilişkilerden bahsedilmez. Ders kitaplarımızda da bu konu anlatılırken Fatihin Avrupa siyasetleri ile Rönesans arasındaki ilişkiye pek dikkat çekilmemektedir. Oysa Rönesans’ın kültürel yönü olmasa bile siyasi yönünde fatihin önemli bir etkisi vardır. Önce yine olayın başlangıcını hatırlayalım :
Fatihin Balkan ve Karadeniz siyaseti Venedik’i oldukça zor durumda bırakır. Ticaret kolonileri tek ,tek elden çıkmaya başlar.En son 1463 yılında Osmanlı devleti Bosna -Hersek’i ilhak edince Venedik’in başını çektiği Macaristan , Almanya , Lehistan , Papalık , Floransa , Napoli gibi batılı devletler ve Karaman Oğulları , Ak koyunlulardan oluşan Müttefikler Osmanlı devletine savaş ilan ederler. Bu savaş 16 yıl sürecek ve Osmanlı devleti Fatihin dehası sayesinde müttefiklerin biraraya gelmesine engel olmuş ve tek ,tek savaştığı müttefikleri yenilgiye uğratmıştır. Burada Fatihin dehası ortaya çıkmaktadır. Fatih bu savaşın başında Venedik olduğunu bilmektedir. Dolayısı ile fatihin politikaları Venedik’i zayıflatmaya yönelmiştir. Fatih bir ticaret şehri olan Venedik’i zayıflatmak için İtalya’da bulunan nispeten zayıf olan ve askeri açıdan bir önemi olmayan bir şehir devletine, Floransa’ya destek verir. Savaşın başlarında yani 1463 yıllarında Floransa’nın Osmanlı ülkesine ve Yakın doğuya olan ticareti hiç mesabesindeydi. Böylece “Fatih Venedik’i yıkmak için Floransa’yı fevkalade himayeye başladı.
Bu suretle Türkler ,Floransa’nın XV. Asrın ikinci yarısında ,küçüklüğü ile mütenasip olmayan refah , terakki ve haşmetine yardımcı olmuşlardır. 1507 de Galata’da 60-70 Floransa ticaret firması olup bunların iç hacmi yılda 5-6 yüz bin duka altınına (bu gün ki rayiçle 400-500 milyon dolar ) baliğ oluyordu. Bu Floransa gibi küçük bir ülke için ,büyük bir rakamdır ve Fatihin verdiği imtiyazların sonucudur ” . Böylece fatihin planı sonuçlarını verir. Venedik hırpalanır. Askeri açıdan bir önemi olmayan Floransa devleti güçlenir ve zenginleşir ,bu suretle Rönesans hareketinin maddi zemini hazırlanışına önemli bir katkı oluşur. Çünkü bildiğimiz gibi İtalya’da doğan Rönesans hareketinde Floransa şehrinin ve bu şehirdeki ticaret zengini olan Medici ailesinin önemli bir yeri vardır. İtalya ve Rönesans diyince aklımıza gelen sanatçıların hayatlarını incelediğimiz zaman bile Florensanın önemi ortaya çıkıyor. Michelangelo(1475- 1564) , Leonar do Vinci (1452- 1519) , Rafaello ( 1483- 1520). Bu sanatçılar ya Floransa’da doğmuşlar ve sanat hayatlarına burada başlamışlar veya sanat hayatlarında bu şehrin önemli bir yari var. Bu sanatçıların yaşadıkları tarihlere dikkat edersek göreceğiz ki Fatihin İtalya politikaları sonucu Floransa’nın zenginleşmesinden sonra bu sanatçılar ortaya çıkmıştır. Tabi ki bu Floransa’nın önemini tamamen Fatihe bağlamak değildir ama tarihi bir vaka olarak var olanı da göstermek lazım gelir . Dolayısı ile yukarıda da belirttiğimiz gibi Rönesans’ın kültürel olmasa bile maddi alt yapısında Fatih Sultan Mehmed’in Venedik politikasının etkisi vardır. Ama ne yazık ki bu yön çoğunlukla görmezden gelinmektedir. Rönesans’a Endülüs etkisi ise alçak sesle de olsa batı da seslendirilmeye başlanmıştır. Rönesans’ın Antik yunanın canlandırılması olarak alırsak , antik yunan klasikleri Avrupa’ya Endülüs Müslümanları sayesinde girmiştir. Bizanslı bilginlerin Rönesans’taki rolünü abartırken Endülüslü Müslümanları es geçmekte ezberlediğimiz klişelerden biridir.
Konumuz hayatımızın bir alanında , sosyal bilimlerde ezberlediğimiz bazı klişelerin içeriği ile ilgili idi. Yazıya başlarken belirttiğim gibi bu iddialı bir yazı değildir Bunu yüksek sesli düşünme yada zihnimde oluşan bazı şüpheleri sizlerle paylaşma olarak da kabul edebilirsiniz. Size sunulan bu klişeler hakkında bazı şüpheler oluşturabildimse bu yazı işlevini yerine getirmiştir.
ABİD YAŞAROĞLU