HAYATIMIZDAKİ KLİŞELER /AMERİKANIN KEŞFİ

HAYATIMIZDAKİ KLİŞELER /AMERİKANIN KEŞFİ

Hayatımızın çeşitli safhalarında bir çok klişe cümle ile karşılaşırız. Bunların doğruluk derecelerini fazla düşünmeden olduğu gibi kabul etmek işimize daha çok gelir. Belki böylece genel geçer bilgileri daha rahat öğrenmiş oluruz.

Hayatımızın çeşitli safhalarında bir çok klişe  cümle ile karşılaşırız. Bunların doğruluk derecelerini fazla düşünmeden  olduğu gibi kabul etmek  işimize daha çok gelir. Belki böylece genel geçer bilgileri daha rahat öğrenmiş oluruz. Hele bazı klişelere karşı çıkmak bütün bir batı medeniyetine karşı çıkmayı gerektiriyorsa     bunun zorluğu  veya tersten bakarsak  bu klişeleri kabul etmenin dayanılmaz hafifliği daha rahat ortaya çıkar. Bu klişelere göre mikrobun bulunması diyince aklımıza pastör gelirde Fatihin hocası Akşemseddinin  “Maddet’ü-l hayat” isimli eserinde mikroptan bahsettiğini bilmeyiz. Atom fiziği deyince aklımıza  Aınstaın  gelirde  Cabir b. Hayyan’ın  ondan bin sene evvel atomun parçalanması sonucu  ortaya çıkacak müthiş enerjiyi (atom bombası) tarif ettiğini bilmeyiz. Yine Kimya ilmi deyince aklımıza  Lavosier gelirde , onun yeni bir şeymiş gibi takdim ettiği bilgileri ondan  yaklaşık olarak 800 yıl önce ilmi bir disiplin haline getiren ,yukarıda ismi geçen   Cabir b. hayyan’ı tanımayız. İnsanlarımız fazla dikkat etmeden “Orta doğu” Klişesi’ni kullanırlar. Nereye göre Orta Doğu. Elbette ki Avrupa’yı  dünyanın merkezi alırsanız Orta Doğu dersiniz Lübnan’a veya Suriye’ye. Oysa Ümit  Aktaş’ın dediği gibi “  bu bölgenin  harita üzerinde üstün körü bir  tetkiki bile , bölgenin  Asya , Afrika ve Avrupa ile olan  bağlantılarına karşın  hem tarihsel hem kültürel hem de coğrafi olarak  bölgenin , üç kıtanın merkezinde  ve fiziki olarak da  farklı bir ana kıta  görünümünde  olduğu tespit edilecektir ” .  Nereye göre “Uzak doğu” diyoruz Çin’e. Elbette ki Avrupa’yı  dünyanın merkezi olarak alırsanız  Çin in bulunduğu coğrafyayı Uzak Doğu olarak isimlendirebilirsiniz. Veya neye göre “karanlık orta çağ”. Tabi ki (bazı Avrupalı modern tarihçiler bunun tersini düşünse de ) bu çağ  Avrupa için  oldukça karanlık bir zaman dilimidir.  Ancak bizim içinde  bu zaman  dilimini  aynı aynı kalıplarla kullanırsanız  , ruh hastalarının içindeki şeytanı kovmak için kafatasında bir delik açan Avrupa ile , ruh hastalarını  müzik ve su sesi ile tedavi eden  Selçukluyu eşit kabul etmek zorunda kalırsınız.  Fransa imparatoruna guguklu bir saat gönderen Harun Reşitle ,o guguklu  saati, içinde şeytan var diye kırdıran Fransız imparatorunu  eşit kabul etmek zorunda kalırsınız. Asr-ı saadeti  dahi karanlık bu çağın içinde kabul etmek zorunda kalırsınız .  Dolayısı ile hayatımız da tartışmadığımız klişelerden biri olan Çağ tasnifi bizim tarihimize ne kadar uyar , bu da bir tartışma konusudur. Avrupa’dan ödünç aldığınız kavramlarla kendi tarihinizi açıklarsanız ,hür köylünüzü  serf ,hükümdarınızı (Allah-C.C.- ın sıfatlarından olan) mutlak hakim  sıfatı ile tanımlamak zorunda kalırsınız, batıda devletlerin bir kısmı teokratik olduğu için Osmanlı devletini de teokratik kabul edersiniz. Bu klişeleri kabul edersek medeniyetin beşiği olarak eski Yunanı almak zorundayız. Oysa eski yunanın felsefeyi ,tıbbı ,matematiği ve diğer ilimleri aldığı eski Mısır, Mezopotamya  veya Hind medeniyetini ön plana çıkaramazsınız.  Bu klişelere göre sınıflı bir toplum olan ve köleciliğin oldukça yaygın olduğu eski yunan sitelerini Demokrasinin beşiği kabul etmek zorundasınız. Yoksa aforoz edilebilirsiniz, yazdıklarınız ya sümenaltı edilir veya görmezlikten gelinir. Kim tarafından mı. Tabi ki batıyı ,Avrupa’yı dünyanın ve dahi gönlünün merkezine koymuş , gözleri batı medeniyetinin  ışığı ile kamaşmış (belki de kör olmuş) bu nedenle de yerel ve milli olan hiç bir şeyi görmeyen batılı aydınlar tarafından. Onlara göre  medeniyetin kaynağı eski yunandan beri  batı olduğuna göre  doğuyu ,yereli fazla araştırmaya gerek yoktur ,çünki  batıdaki “kaşaneler”e karşılık doğuda var olan sadece “viraneler”dir. Homerosu ezbere bilen bu  aydınlar  Nedim’den veya bakiden  bir mısra ezberlemeyi zul kabul ederler.   Arapça ,Farsça veya başka doğu dillerini adam yerine koymadıkları için  yabancı dil öğrenimi dedikleri zaman İngilizce veya Fransızca öğrenmeyi dil eğitimi kabul ederler.  Bu tip aydınların eleştirilerini ali Şeriati , Hilmi Yavuz , Kemal Tahir , Cemil Meriç gibi mütefekkirlere bırakarak esas konumuza dönelim. Ben bu yazımda  ezberlediğimiz bir klişeye  hakkındaki  şüphelerimi sizinle paylaşmak  istiyorum. Hatamız olursa affola.

 

           Ezberlediğimiz ve pek fazlada   eleştirmeden kabul ettiğimiz  klişelerden biri de Amerikanın keşfi ile ilgilidir. Buna göre “ Dünyanın Yuvarlak olduğuna inanan Kristof Kolomp hep batıya giderse sonunda Hindistan’a varacağına  inanır. Bunun için gerekli olan insan ,gemi vb ihtiyaçları için  krallara baş vurur ancak hiçbirisini  ikna edemez . En sonunda İspanya Kraliçesi  İsabella’yı ikna ederek  gerekli olan  yardımları alır ve yola çıkar”.

 

          Bu bir klişedir. Ancak bu klişenin içinde  o dönemin en güçlü devleti olan  Osmanlı devletinin ismine rastlamıyoruz. Yani Kolomp güçlü ve büyük devletlere başvururken Osmanlıya başvurmak aklına mı gelmemiştir. Yoksa Kolomp aslında Osmanlı devletine baş vurduğu halde  bu olay tarihi vakaların arasına mı girememiştir. Kesin yargılardan kaçınarak Kolomb’un İstanbul seyahati , amerikanın keşfi  ve sonuçları ile ilgili  klişelere gireceğiz.

 

     Önce Dünyanın yuvarlaklığı meselesine bir giriş yapabiliriz. Burada sanki “ bütün  bilim adamları dünyanın düz olduğuna inanıyorlardı ancak Avrupa’da bazı bilim adamları bunun tersine dünyanın yuvarlak olduğuna inanıyordu ve kolomp bunlardan etkilenerek dünyanın yuvarlak olduğuna inanmaya başladı ” gibi bir ön yargı var. Aynı ön yargıyı Macellan konusunda da görüyoruz. Bu klişeye göre “ Macellan gemileri ile hep batıya giderek sonunda  bulunduğu yere geleceğine inanıyordu. Bu nedenle  Lizbon’dan yola çıktı ve  kendi değilse bile arkadaşları bu yolculuğu tamamladılar ve dünyanın yuvarlak olduğu ispatlandı  ”. Bu mantıkta batı haricindeki kültürlere yer yoktur. Çünki dünyanın yuvarlaklığı  konusunda doğuda özellikle müslüman alimler tarafından yapılan çalışmalar bir kalemde yok farz edilmektedir. Bu konuda bilinen genel geçer bilgilerin   eksikliğinin anlaşılması için   umman gibi geniş olan bu çalışmalardan ve o dev şahsiyetlerden bir kaç örnek vermek yeterli olacaktır : Mesela güneşin kendi etrafında döndüğünü ilk defa ortaya koyan  ve  Ekliptik  meylini ( Dünyanın güneş etrafındaki elips şeklindeki yörüngesi) ilk  bulan kişi olan  Ahmed Fergani  861 tarihinde vefat etmiştir.  873 tarihinde vefat eden Ebu cafer b. Muhammed  Dünyanın çevresini doğruya oldukça yakın hesaplamıştı. 929 tarihinde vefat eden  Bettani  ayın ve güneşin görünür çaplarını ölçmeyi başarmıştır. 973 tarihinde doğan Biruni  kopernikten 500 yıl evvel  Güneş merkezli gezegenler sistemini bulmuştu. Biruninin  bilim tarihindeki yerini anlatan şu parça  dahi görmezden geldiğimiz değerleri göstermeye kafidir :

 

           “ Güneş merkezli gezegenler sistemini Kopernik o günün şartları ile  nasıl tespit etmiş  dediğinizde Dr Sigrid Hunke size itiraz edecektir ‘ bu söylediğinizi Biruni Kopernikten  500 yıl evvel yapmıştı’. ‘Peki Galile’nin güneşin yüzeyindeki lekelerin varlığını  tespit etmesine ne diyeceksiniz’ diye sorduğunuzda  Hunke’nin  gülümseyerek size ‘Biruni bunu Galileden 591 yıl evvel yazmıştı’ demesine şaşıracaksınız” .

 

                 Biruni  Newton’dan  700 yıl evvel “Dünya dönüyorsa ağaçlar,taşlar yerlerinden niçin  fırlamıyor” sorusuna “Bu durum dünyanın dönmesi ile ilgili teorimizi çürütemez .Çünkü  her şey dünyanın merkezine doğru düşer . Bundan dünyanın merkezinde  bir çekim alanı olduğu  sonucu çıkar. İşte bu yer çekimi ,yeryüzündeki her şeyin fırlayıp gidişini önler” cevabını vererek yer çekimine dikkat çekmiştir. Konumuzun dışına çıkmak pahasına Biruni’nin bir kaç  keşfine daha yer vermek yararlı olacaktır “ Işığın ve sesin hızı olduğuna ve ışık hızının  sesinkinden daha  olduğunu yazan  Biruni görme olayının cisimlerden göze doğru gelen ışınlar nedeniyle gerçekleştiğini yazmıştır. Arabistan yarımadasındaki  çöllerin denizin çekilmesi ile oluştuğunu iddia eden Birini buna delil olarak kazılarda çıkan taş ve fosilleri  göstermiş ve Tahdidü Nihayeti’l Emakin isimli eserinde Jeoloji ile ilgili ilginç bilgilere yer vermiştir”Dolayısı ile Kolomp ve Macellan’ın yaşadığı dönem de dünyanın  yuvarlak olduğuna  inananların sayısı azdı ve bunlarda Avrupa’da idi gibi bir ihsas bile oldukça yanlıştır.

 

     Şimdi ikinci meseleye gelebiliriz. Yani “Kolomp Müslüman bir devlet olan Osmanlıya başvurup ,vurmadığı ” meselesine .Bu konuyu çokta fazla uzatmadan  konuyu kolombun hatıralarından devam edelim. Kolomp Küba’ya çıkmış ancak umduğu hazinelerle karşılaşamamıştır.  O arkadaşlarını şöyle  teskin eder :  “ Burada Kubilay kağanın zengin madenlerini bulamadık  . Fakat ne yapalım . Burada bir çok sakız ağacı var. Biz gemilerimizle anayurda  sakız taşısak bile  çok para kazanırız. Zaten ben sakız adasında sakızcılığı adam akıllı öğrenmiştim” . O dönemde sakız adasına giden yollar Sakız adasının hakimi olan  devletin yani Osmanlı Cihan devletinin de başkenti olan İstanbul’dan geçerdi. Dolayısı ile Kolomb’un hatıralarından da yola çıkarak onun İstanbul’a geldiği izlenimini edinebiliriz. Kolomp o dönemde tanınan bir şahsiyet olmadığı için onunla ilgili direk belgelere ulaşmamız oldukça zor. Ancak geçen asrın Osmanlı müverrihlerinden olan arif mollanın Menakıpnamesinde bu konu ile ilgili ilginç bir anekdota rastlayabiliyoruz. Arif Molla  Menakıp namesinde şöyle diyor :

 

 “Sultan Beyazıt han-ı sani(İkinci Beyazıt)  zamanında  Kolon adlı hükemadan  bir Frenk İstanbul’a gelir. ‘ Bana  biraz gemi verin , size yeni bir dünya bulayım’ der. Sultan Bayezid babası merhum Sultan Fatih gibi öyle pek dirayetli  olmadığından  Ülema ve vüzera  ne derse onu  kabul ederdi. O vaktin ileri gelenleri   olmaz öyle şey dediler . Kolonun gemisini  yüzdürürler ,gider. Kolon buradan  İspanyaya gider . İspanya   istediği kadar gemi verir....”

 

    Peki Hıristiyan olan  Kolomp , Müslüman olan Osmanlı devletine başvurabilir mi , bunu kabul eder mi. Yani psikolojik alt yapısı buna  hazır mıdır.  Bunu cevaplandırmak  için önce Fatih Sultan Mehmed dönemine  dönmek gerekir. Fatih İstanbul’u fethettiği zaman bir siyaset geliştirdi. Fatihin bu roma siyasetine göre Fatih  Doğu  Roma İmparatorluğunun başkentini ,tacını ve tahtını ele geçirmişti. Dolayısı ile Doğu roma imparatoru sayılırdı  ve  doğu romanın bir zamanlar hakim olduğu her  toprak parçası üzerinde artık fatihin hükümdar olarak hakkı vardır. Ancak Fatih bunu kuru bir iddia olarak yaşatmamış ve dillendirmemiştir. Tam tersine bir çok Bizanslı ilim adamı bu iddiayı destekleyecek görüşler beyan etmişlerdir. Fatihin  Müslüman nedimlerinin  yanında  Ortodoks  ve katolik  ,Rum ve İtalyan nedimleri de vardı. Georgios Trapezintios, Amirutzes , Benedotti dei, Craico d’Ancona ,Jacopo da Gaeta bunların en meşhurları idi.  Bunlardan  Georgios Trapezuntios 1466 yılında Fatihe şöyle hitap ediyordu : “Kimse şüphe edemez ki , sen Roma İmparatorusun . İmparatorluğun taht şehrini elinde tutan kimse hukuken İmparator  ve Roma İmparatorluğunun taht şehri de  İstanbul’dur. Seni kılıcınla bu tahta malik kılan insanlar değil Cenab-ı Haktır . Şu  halde sen Romalıların meşru İmparatorusun. Romalıların İmparatoru olan zat ise  bütün arzın imparatorudur”. Bu tarihçilere göre imparatorluk bir zamanlar paganlıktan nasıl Hıristiyanlığa geçmişse şimdide İslam dinine geçmiştir ve bunda da yadırganacak fazla bir taraf yoktur.

 

 Tarihci Grenard ise o dönemde kendi bakış açılarını şöyle açıklıyor “ Osman oğullarının Roma İmparatorlarının yerini aldığını  II .Mehmedle çağdaş olan  bir çok Bizans tarihçisi ,Chalcondyles, Kritobulos, vs. çok iyi anlamışlardı . Ekseri tarihçiler , Osman oğullarını Roma İmparatorlarının meşru halefi saymışlardır. XVIII. Asırda  Osmanlı askeri tarihi üzerine klasik  bir eser yazan  Kont  Marsigli de ‘ İstanbul’u fetheden ve Roma İmparatorlarının tahtına çıkan  II. Mehmed’ demektedir ”. Fatihin Roma seferine hazırlandığı  zaman  Floransa , Napoli, Ferrara gibi şehir devletlerinin bastırdıkları madalyonların üzerindeki sözlerde fatihin projesinde ne dereceye kadar başarılı olduğunu gösterir . Mesela Ferrara şehir devletinin bastırdığı madalyonun üstünde “Svltani Muhammeth  Octhomani vgvli Bizantii  İmparatories,1481/Türklerin  ve Doğu Romanın imparatoru  Osman oğlu Sultan Mehmet”.  Venedik devleti meşhur tarihci  Babinger’in yaptığı araştırmalara göre Osmanlının  Güney İtalya’daki meşru haklarını tanıdığını bildirmiştir. Çünkü buralar zamanında Bizans’a bağlı idi. Dolayısı ile Venedik de Fatihi meşru Bizans varisi olarak kabul etmektedir.

 

 Gerek fatih döneminde gerek daha sonraki dönemlerde ,mesele Kanuni döneminde Fransızları yaptığı gibi bir çok Hıristiyan devlet Müslüman Osmanlı Devletine başvurmada fazla tereddüt etmemişlerdir. Burckhardt   “İtalya’da  Rönesans  Kültürü”  adlı klasik eserinde  aynen şunu söylemektedir “ XV. Asırda  açıktan açığa ,hiç bir çekingenlik göstermeksizin  Türklerle işbirliği  yapılıyordu.  Siyasi bir nüfus  vasıtası olarak  böyle bir hareket  , aynı çeşitten  olan diğer hareketlerden farklı bir şey sayılmıyordu....Görülüyor ki Fransa kralı  I. François ile Kanuni arasında  yapılıp adı  o kadar kötüye çıkarılan  antlaşma , kendi nevinde  yeni ve o vakte  kadar işitilmemiş bir şey değildir ”   Dolayısı ile Kolombun döneminin güçlü devleti olan  Osmanlı devletine başvurmuş olması hiçte yadsınır bir düşünce olmamalıdır. Hülasa edersek :

 

 a-O dönemde dünyanın yuvarlak olduğuna inananların sayısının az olduğu  ve bunların da Avrupa’da bulunduğu fikri yanlış bir fikirdir. Bu düşünce doğuda   9. Asırdan beri bilinen ve ispatlanan bir düşünce idi.

 

  b-Kolomp  gemi ve mürettebat için güçlü devletlere başvurmuştu . Dolayısı ile  dönemin en güçlü devleti olan Osmanlı devletine başvurmuş olması da ihtimal dahilindedir.

 

Avrupalı tarihçilerin bu konuya fazla eğilmemeleri gayet normaldir. Orhun abideleri ilk defa okunup bunların Türklere ait olduğu ortaya çıkınca Avrupalı birçok bilgin  gelişkin bir devlet felsefesi ile yazılan bu abidelerin Türklere ait olamayacağını iddia ettiler . Onlara göre   bu kadar gelişkin olan  bu anıtlar bir şekilde Avrupalı milletlerle  ilişkili olmalı idi. Çünkü Onlara göre  Medeniyetin beşiği Avrupa idi , onların bu iddialarını  zayıflatacak her şey  görmezden gelinmeli idi. Batılı doğu bilimciler olan Müsteşriklerin emperyalizmin 5. Kolu  ve öncüleri olduğu da   unutulmamalıdır. Yani batılı emperyalizm bir bölgeye girmeden önce o bölgeyi tanımak için önce ilim adamlarını gönderirdi. Napolyon bile meşhur mısır seferine giderken yanında onlarca meşhur bilim adamını almıştı.   Bu konuda bir örnek vererek bu bahsi kapatalım . UMRAN dergisinde yayınlanan İngiltere Mektupları isimli köşede Kani Torun İngiltere’den şöyle yazıyor : “ I. Dünya Savaşı’nın bitişinin 80 .yıl dönümü kutlamalarında  Türkiye’nin adı bir kez olsun geçmedi.  Hatta Okul  tarih kitaplarında  I. Dünya Savaşı anlatılırken  Türkiye’den bahsetmiyorlar . Sanki İngilizler Çanakkale’de savaşmadılar....”

 

Batı yenilgilerini gizliyor ,aynen katliamlarını gizlediği gibi.  Kızılderililere ,kara derililere yapılan zulümler çokta uzakta kalmadı. Özellikle siyahların çektiği  zulümleri anlatan onlarca  eserden ülkemizde en çok tanınanları Alex Halley’in “Kökler” isimli eseri ve aynı yazarı  Malcom X’ in hayatını anlattığı biyografik eseri. Biz bu kısa hatırlatmadan sonra batılıları mantığını   anlatmak için  Roger  Garaudy ‘nin  Pınar Yayınlarından çıkan  İsrail , Mitler ve Terör isimli  kitabından alınan  şu satırları lütfen dikkatle okuyalım “ Sovyet ordusu  hedefinin ilerisine  ulaştığı için  ,hiç bir askeri menfaat olmadığı halde  , 200.000 sivilin  ölümüne yol açan  Dresden  bombardımanının  İngiliz -Amerikan sorumluları da sanık sandalyesine  oturtulmalıdır.  Yine  Japonya’nın  teslimi  İmparator tarafından kararlaştırıldığından  ötürü  , hiç bir askeri gereklilik  yokken  , 300.000 sivilin  hayatına mal olan Hiroşima ve Nagazaki  atom kıyametinin  suçlusu  Truman yargılanmadı”

 

Batının kendi dışındaki kültürlere bakışı düşmanca olduğu gibi kendi içindeki mücadeleleri de acımasız . İlk Hıristiyan  inananları    aç kaplanlara yediren  zavallı gladyatörleri birbirine öldürten  Roma  İmparatorluğunun yaptıklarını hatırlayınca   batılıların bu yaptıkları insanda fazla hayret uyandırmıyor.  Bu konuda batının gerçek yüzünü ortaya koyan kitaplarda biri de  Dr Sedat Cereci’ nin   Şule yayınlarından çıkan “Vahşi Batı” isimli kitabıdır. Bu düşmanca bakışı en güzel tahlil eden kişilerden biri de  yüksek eğitimini batıda alan dolayısı ile doğuyu ve batıyı çok güzel tahlil edebilen ali şeriati. Merhum yazarın özellikle Özellikle Öze dönüş ,Dinler tarihi  , medeniyet ve modernizm gibi eserleri batı medeniyetinin bir yüzünü çok güzel ortaya koyuyor.

 

Batının kara yüzü deyince elbette F.Fanon’u unutmamak gerekir. Tarihten Sosyolojiye geçişimiz kimseyi  şaşırtmamalı sonuçta insanlar tarihi yapar ,sosyoloji de tarihi yapan o toplumları araştırır. Bu bahsi burada kapatarak müsaadenizle Amerika ile ilgili bazı ilginç tarihi anekdotlar aktarmak istiyorum. Barbaros Hayrettin Paşanın ilk İstanbul’a geldiği zamandır.  Padişah  Barbaros ve maiyetini kabul eder görüşmeler yapılır . Ancak  Vezir-i Azam Makbul/Maktul İbrahim paşa  İran seferi hazırlıkları için  Halep’tedir.    Denizlerin büyük kaptanı Vezir-i  Azam’la görüşmek üzere  Halep’e gider .  İbrahim Paşa ile yaptığı görüşmede  Osmanlı devletinin Yeni Dünya denilen  Amerika’ya bir filo gönderip  burada sömürge edinmesi gerektiğini anlattı.  Ancak Paşa  Akdeniz’de çok işleri olduğunu , İspanyanın Mağripte(Kuzey Afrika)  gözü olduğunu ,bunun önlenememesi durumunda Atlantikten mısıra kadar bütün  Kuzey Afrika’yı  Endülüs ve yeni dünya gibi Katolik yapacağını   ve engizisyonu buraya sokacağını ,belirterek Barbaros un bu teklifini geri çevirir. O Dönemde Osmanlı deniz gücünün  , dünyanın geri kalan  bütün donanmalarının toplam gücü üzerinde bulunduğunu  göz önünde tutarsak  ,Barbaros’un teklifi Osmanlı için hiçte zor değildi.

 

 1513 tarihinde yaptığı   Amerika haritasının sırrı henüz tam olarak çözülemeyen Piri Reis’in  1525 tarihinde yazdığı Kitab-ı Bahriye isimli eserinde  geçen :

 

  Hangi tarihte bulundu iş bu yer

 

  Anlatayım, bak tarihçiler ne der

 

  Tarihi hicret bu idi o zaman

 

  Ta sekiz yüz yetmiş idi  tam o an

 

   İş bu tarihte bulundu o zemin

 

   İsmine antilya  dediler  anın... Mısralarında  antillerin keşif tarihi  olarak  Hicri  870 tarihi veriliyor ki buda  M.  1465 yılını göstermektedir. Bu Kolombun  1492 yılında Yeni Dünya Kıtasına çıktığı  tarihten önce bir tarih olduğu için akla bu kıtaya Kolombdan önce çıkan Avrupalılar varmıydı  sorusunu getirmektedir. Bu soruya verilen en meşhur cevaba geçmeden evvel Kızılderililerin kökeni hakkında çıkan iki  makaleye değinmek istiyorum.  Değerli  gazeteci büyüğümüz  M. Necati Özfaturanın   Türkiye Gazetesinde çıkan 11 Ağustos  1999 tarihli “Kızılderililerin  Kökleri ”  ve 25 Ağustos  1999 tarihli “Kızılderililerin Dili” isimli makaleleri  , konu ile ilgilenen  meraklılar için ilginç bilgiler ve bakış açıları verebilir. Sayın Özfatura yukarı da sorduğumuz soruya cevap niteliğinde “Fenikeliler , Vikingler ,Galya, Jamon çağı Japonlar ve Çinli gezginlerde  Amerika’ya gelmişler ancak iz bırakmamışlardır ”  demektedir . Yazar  ayrıca Kızılderililerin kültürü ,dili ile Orta Asya Türk kültürü ve dili  arasındaki ilginç benzerliklere dikkat çekmekte. Bu konudaki araştırmalara yer veren başka   bir dergi ise  Türk Dünyası Araştırmaları Vakfının yayınladığı  Türk Dünyası Dergisi. Meraklılarına duyurulur.

 

     Biz Kolomp’ tan önceki  kaşifler konusuna tekrar dönebiliriz. Bu konuda   Vala Nureddinin  1954  mayısından başlayarak dizi olarak Resimli Tarih Mecmuası’nda  yayınladığı “ Amerika kıtası nasıl keşfedilmişti” yazı - dizisi  roman tarzında yazılmakla beraber  bilinen veya iddia edilen  tezlere değinmektedir ki bunların en meşhuru  Kızıl erik isimli Vikingin hikayesidir. Vala Nureddin yazısının bir yerinde şöyle diyor “ Amerika’yı keşfeden Kristof Kolomp olarak tanınıyorsa da ,kendisinden 492 yıl evvel , Norveçliler anlattığımız şekilde  oraya giderek müstemleke kurmuşlar  dört asra yakın orada barınmışlardır. Bu uydurma bir hikaye değildir. Bahsettiğimiz şekilde(Bu seyahatlere katılan) eski zaman şairlerinden  ve İzlanda papazlarından maada  bu maceranın doğruluğunu  yeni devrin maddi vesikaları da ortaya koymuştur...Lakin bunlar hep faraziye gibi görünüyor ,zihin maddi delil istiyor . Arkeologlar , Normanların Kuzey Amerika’da bulunduklarına dair  izler keşfetmişlerdir. Mezarlarıyla ,içlerindeki kemiklerle ,taşlardaki yazılarla  ,Normanların burada yaşayıp öldükleri tespit edilmiştir ” .  Vala Nureddin  bu kalıntılardan Kızıl Erik’in oğlu Thorvaldın mezarının bulunmasını şöyle anlatıyor : “ Yerlilerle yapılan savaşta yara alan thorvald tahmin ettiği gibi kısa bir süre sonra vefat etti ve vasiyyet ettiği yere gömüldü. On dokuzuncu asrın ortalarında  Boston körfezinde araştırma yapan arkeologlar Alderton burnunun biraz ötesinde  bir mezar keşfettiler. Bu lahit ,Avrupa usulü harçlı olarak örülmüştü. Mezarın içinde demir kabzalı bir kılıç buldular. Bu keşif arkeologları  fevkalade hayrete düşürdü.  Zira bu mezar ve içindeki  bir kızılderiliye ait olamazdı. Bu ancak kolomp tan çok evvel  buraya gelmiş  bir Avrupalıya ait olabilirdi. İskeletten olduğu gibi kılıçtanda bu hakikat anlaşılıyordu. Lakin siyasi mülahazalarla  amerikan efkarının dikkati  bu keşiften uzaklaştırıldı. Bu mezarın  içindeki kim olabilirdi İskandinav şairlerinin ve İzlanda papazlarının  anlattıkları birleştirilirse bunun kızıl erik’in sekiz asır uykuya dalan oğlu olduğundan şüphe edilemezdi”  Yazar   Vikingler in Amerika’ya  geldiğine dair diğer bir maddi kanıtı şöyle sunuyor “ Massachusets eyaletinde Bristol civarında  bir yazılı kaya bulunduğunu ilave edelim. Buna dighton kayası diyorlar. Yolcular ziyaret ederler. Dört metre kaidesi , 1,70 kaidesi olan  bu ehram biçimli  kayanın üstünde  eski iskandinavların kendileri tarafından yazılmış maceraları  yazılıdır. Bu kaya 1680 tarihinde keşfedilmiştir. Okunan ibareler arasında şu da vardır ‘CXXXI Şimalli adam bu memleketi  Thornfinnle işgal ettiler’

 

     Bu  Kıtada   Norveçlilerin hakimiyet kaybetmeleri  ise salgın hastalıklar sonucu olmuş 1347 ve 1351 senelerinde  karaveba  önce Avrupa’yı kırıp geçirir ve oradan Amerika’ya geçerek  burada da   binlerce insanın ölümüne sebep olur. Bunun üstüne  korsanların baskınları ,buraları yağmalamaları  buradaki  Avrupalı koloniyi nerede ise yok olacak hale getirdi . Kızılderili faktörü  de katılınca Norveçli  son kolonizatörler de  1390  yılında bu bölgeyi terk ederler. Bu macerada burada  sona erdi.  Bu olayların başlangıcını  yani ilk seferi anlatan ve günümüze kadar gelmesine sebep olan kişi bu ilk sefere katıldığını iddia eden kişi İzlandalı şair Anlaf’tır.

 

    Bu oldukça kuvvetli iddialar dışında da konu ile ilgili olarak  M. Necati  Özfatura  Beyin de işaret ettiği gibi başka iddialarda vardır. Ancak  konumuzun dışında kaldığından biz bu iddialardan yalnızca birine Kızıl Erik’in Oğullarının hikayesine  yer verdik.

 

     Tarihimizle ilgili olan  ancak  es geçilen konulardan biri de Rönesans ile ilgili olarak ezberlediğimiz  klişeler. Avrupa  Rönesans’ı ile ilgili kaynaklarda  Fatih ve Rönesans arasındaki ilişkilerden bahsedilmez. Ders kitaplarımızda da  bu konu anlatılırken  Fatihin Avrupa siyasetleri ile   Rönesans arasındaki ilişkiye pek dikkat çekilmemektedir. Oysa Rönesans’ın kültürel yönü olmasa bile siyasi yönünde fatihin önemli bir etkisi vardır.  Önce yine  olayın  başlangıcını hatırlayalım :

 

  Fatihin  Balkan ve Karadeniz  siyaseti Venedik’i oldukça zor durumda bırakır. Ticaret kolonileri tek ,tek elden çıkmaya başlar.En son 1463 yılında Osmanlı devleti  Bosna -Hersek’i ilhak edince Venedik’in  başını çektiği  Macaristan , Almanya , Lehistan , Papalık , Floransa , Napoli gibi  batılı devletler ve Karaman Oğulları , Ak koyunlulardan oluşan Müttefikler Osmanlı devletine savaş ilan ederler. Bu savaş  16 yıl sürecek ve Osmanlı devleti  Fatihin dehası sayesinde müttefiklerin biraraya gelmesine engel olmuş ve tek ,tek savaştığı   müttefikleri yenilgiye uğratmıştır.  Burada Fatihin dehası ortaya çıkmaktadır. Fatih bu savaşın başında Venedik olduğunu bilmektedir. Dolayısı ile fatihin politikaları Venedik’i  zayıflatmaya  yönelmiştir. Fatih bir ticaret şehri olan  Venedik’i zayıflatmak için İtalya’da bulunan  nispeten zayıf olan  ve askeri açıdan bir önemi olmayan bir şehir devletine, Floransa’ya  destek verir. Savaşın başlarında yani 1463 yıllarında Floransa’nın Osmanlı ülkesine ve  Yakın doğuya olan ticareti hiç mesabesindeydi. Böylece “Fatih Venedik’i yıkmak için  Floransa’yı  fevkalade himayeye başladı.

 

Bu suretle Türkler ,Floransa’nın  XV. Asrın ikinci yarısında ,küçüklüğü ile mütenasip olmayan  refah ,  terakki ve  haşmetine  yardımcı olmuşlardır. 1507 de  Galata’da  60-70 Floransa ticaret firması olup  bunların iç hacmi yılda  5-6 yüz bin   duka altınına (bu gün ki rayiçle  400-500 milyon dolar ) baliğ oluyordu. Bu Floransa gibi küçük bir ülke için    ,büyük bir rakamdır ve Fatihin verdiği imtiyazların sonucudur ” . Böylece fatihin planı  sonuçlarını verir. Venedik  hırpalanır. Askeri açıdan bir önemi olmayan Floransa  devleti güçlenir ve zenginleşir ,bu suretle  Rönesans hareketinin maddi  zemini hazırlanışına önemli bir katkı oluşur. Çünkü bildiğimiz gibi İtalya’da doğan Rönesans hareketinde  Floransa şehrinin  ve bu şehirdeki ticaret zengini olan Medici  ailesinin önemli bir yeri vardır.   İtalya ve Rönesans diyince aklımıza gelen sanatçıların  hayatlarını incelediğimiz zaman bile Florensanın önemi ortaya çıkıyor.  Michelangelo(1475- 1564) , Leonar do Vinci (1452- 1519) , Rafaello ( 1483- 1520). Bu sanatçılar ya Floransa’da doğmuşlar ve sanat hayatlarına burada başlamışlar veya sanat hayatlarında bu şehrin önemli bir yari var. Bu sanatçıların yaşadıkları tarihlere dikkat edersek göreceğiz ki Fatihin İtalya politikaları sonucu Floransa’nın zenginleşmesinden sonra bu sanatçılar  ortaya çıkmıştır.  Tabi ki bu Floransa’nın önemini tamamen Fatihe bağlamak değildir ama tarihi bir vaka olarak  var olanı da göstermek lazım gelir .    Dolayısı ile yukarıda da belirttiğimiz gibi  Rönesans’ın  kültürel olmasa bile maddi alt yapısında  Fatih Sultan Mehmed’in   Venedik politikasının etkisi vardır. Ama ne yazık ki bu yön çoğunlukla  görmezden gelinmektedir.  Rönesans’a Endülüs etkisi ise alçak sesle de olsa  batı da seslendirilmeye başlanmıştır.  Rönesans’ın Antik yunanın canlandırılması olarak alırsak , antik yunan klasikleri Avrupa’ya  Endülüs Müslümanları sayesinde girmiştir. Bizanslı bilginlerin Rönesans’taki rolünü abartırken Endülüslü  Müslümanları es geçmekte ezberlediğimiz klişelerden biridir. 

 

Konumuz hayatımızın bir alanında , sosyal bilimlerde ezberlediğimiz bazı klişelerin  içeriği ile ilgili idi. Yazıya başlarken belirttiğim gibi bu iddialı  bir yazı değildir Bunu yüksek sesli düşünme  yada zihnimde oluşan bazı şüpheleri sizlerle paylaşma olarak da kabul edebilirsiniz. Size sunulan   bu klişeler hakkında  bazı şüpheler oluşturabildimse bu yazı işlevini yerine getirmiştir.

 

                                                                                                       ABİD YAŞAROĞLU

Fransa'da Ruanda Soykırımı'na ilişkin arşivin erişimine izin verildi

Fransa'da Ruanda Soykırımı'na ilişkin arşivin erişimine izin verildi

Fransa'da Ruanda soykırımına ilişkin dönemin Cumhurbaşkanı François Mitterand'a ait arşivlerin açılmasına izin verildi. Devamı...

Ayasofya’da Fetih Suresi okundu

Ayasofya’da Fetih Suresi okundu

İstanbul'un fethinin 567. yıl dönümü kutlamaları, Fatih Sultan Mehmet'in şehri aldıktan sonra ilk cuma namazını kıldığı Devamı...

BÜYÜK KULÜP'TEN İSMAİL HAKKI KARADA'YI İÇİN BAŞSAĞLIĞI

BÜYÜK KULÜP'TEN İSMAİL HAKKI KARADA'YI İÇİN BAŞSAĞLIĞI

Fransızca adıyla “Cercle d’Orient” (Serkldoryan) ya da, “Büyük Kulüp” 1882 yılında İngiltere Büyükelçisi Sir Alfred Sand Devamı...

Saat 10.00 da İbretlik Ölüm

Saat 10.00 da İbretlik Ölüm

Kur’an’ı tarihe gömmek isteyenler, tarihin en kokuşmuş sahifelerine gömüldüler. Devamı...

Putin koronayla mücadeleyi Türklerle savaşmaya benzetti

Putin koronayla mücadeleyi Türklerle savaşmaya benzetti

Putin, koronavirüse karşı mücadeleyi, Türk halkları Peçenek ve Kumanlara karşı yapılan savaşlara benzetti. Devamı...

YAZARLAR

Av. Mustafa KARAKAŞ

Anayasa Değişikliği, Yargı Tarafsızlığı Devamı...

حسين الموسى

وجاء رمضان Devamı...

İdris ŞEKERCİ

28 ŞUBAT'IN SAHTE MAĞDURLARINI DA SAHTE KAHRAMANLARINI DA TANIYORUZ Devamı...

Prof.Dr.Abdullah KAHRAMAN

Covid-19 Aşısı Üzerinden Medeniyet ve Uygarlık Farkı Devamı...

Arslan ATEŞ

ETE KEMİĞE HAPSOLMAK Devamı...

Bayram KARA

AMERİKA YAZILARI-3 MASKE-DİN-BİLİM Devamı...

Mustafa KASADAR

Ar damarı çatlayanların alçaldıkça alçalmaları Devamı...

Tuğba GÜNEY

KAYGI VE TEVEKKÜL Devamı...

Dr.Ali İmran BOSTANCIOĞLU

Beşeri Sermayeden Etkin İstifadeye Dair Devamı...

Dr. Metanet OĞUZ

İNSAN, ÖZ DEĞERLERİNİ NASIL BELİRLEMELİ? Devamı...

Dr. Muhammad SAFAR د. محمد صفر

(3) خواطر رمضانية قرآنية Devamı...

Beytullah DEMİRCİOĞLU

Haydut Devlet İfadesi Devamı...

شهم الدين بلاحورلو

اليوم العالم الاسلامي يقف علي حافة الهاوية Devamı...

FOTO GALERİ

Time Alem © 2015 Yasal uyarı : Sitemizdeki tüm yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması kesinlikle yasaktır.