Prof. Dr. Ahmet Kavas: Mezhep Çatışması Yok, İktidar Kavgası Var

Prof. Dr. Ahmet Kavas: Mezhep Çatışması Yok, İktidar Kavgası Var

Çad Eski Büyükelçisi Prof. Dr. Ahmet Kavas, Libya başta olmak üzere Ortadoğu'da yaşanan son gelişmeleri Muslim Port'a değerlendirdi.

Prof. Dr. Ahmet Kavas,  Libya başta olmak üzere Ortadoğu'da yaşanan son gelişmeleri Muslim Port'a değerlendirdi.

Başbakanlık (Eski) Müşaviri ve Türkiye'nin (Eski) Çad Büyükelçisi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Profesör Ahmet Kavas, Muslim Port editörlerinden Emrullah Demir'e önemli açıklamalarda bulundu. Libya üzerine gerçekleşen söyleşide Arap Baharından Ortadoğu’daki mezhep krizine kadar tüm önemli konular ele alındı.

s1000004-001.jpg

Libya yakın geçmişte en büyük gelişmeyi Kaddafi’nin devrilmesiyle yaşadı. Libya için Kaddafi öncesi ve sonrasını değerlendirebilir misiniz?

KADDAFİ YAŞASAYDI LİBYA ŞİMDİ AFRİKA’NIN EN FAZLA GELİŞEN ÜLKESİYDİ

Kaddafi’nin 42 yıllık iktidarına 1969’da nasıl başladıysa 2011’de de öyle bitti demek yanlıştır. Uzun bir süre ve oldukça dalgalı, değişkendir. Kimi zaman, genelde başlangıçta oldukça baskıcı, kimi zaman ise bilhassa son yıllarında daha yumuşaktır. Bunun yanında ciddi manada ambargolara maruz kalmış, tüm bunlara rağmen Libya, Afrika’da en fazla kalkınan, kendi sınırları içinde olduğu kadar farklı Afrika toplumları için en fazla yatırım yapan, kişi başına düşen geliri en yüksek Afrika ülkesi idi.

Ülkelerin siyasi içyapısını değerlendirirken tek yönlü bakmamak lazım. Evet, yani insanların bir kısmı ya da çoğunluğu farklı sebeplerden baskı görmekteydi. Bu tavır ideolojik sebeplerden veya seçilen hayat tarzından ötürü olabilir. Sıkıntılar vardı elbette. Fakat ülkede 6-7 milyon insan yaşıyorsa bu insanların hayatlarında çok ciddi anlamda bir değişme de yaşandı, bunu inkar edemeyiz. Libya, Kaddafi ile veya Kaddafi’siz o süreci devam ettirseydi belki bu günlerde Afrika’nın en fazla gelişen ülkesi olma özelliğini devam ettirecekti. Ama maalesef Kaddafi’nin devrilme süreci, ki Kaddafi 2002 yılı ile devrildiği 2011 yılının sonuna kadar özellikle dış dünyayla en fazla uyumlu hale geldiğinde, dış dünyayla daha fazla faaliyetlerini artırdığında Avrupalı devlet adamlarının Libya’ya gidip gelmeye başladığında, Kaddafi’nin Paris’te Avrupa ülkelerinde ağırlandığı bir döneme geçildiğinde dışlanması ve yok edilmesinin arkasında başka sebepler olmalıdır. O zaman amacın Kaddafi’nin geçmiş 42 yılının ilk 30 yılındaki uygulamalarına karşı, ki inanılmaz derecede çok eleştiriliyordu. O yıllarda tavır takınmayan Batı, yani Avrupa Birliği ile daha bir hemhal olan, kendisiyle daha çok yakın mesafe ile münasebetler kuran Kaddafi’ye karşı cephe alması mutlaka iyi anlaşılmak zorundadır. Bence 2000’li yıllar Libya’nın bölgede güçlü bir ülke olmaya başladığının artık tescil edilmesiydi. Böyle bir ülkenin önü kesilmezse sonradan kontrol edilemezdi. Edilemediği zaman da bunun Afrika’daki çok ciddi Avrupa dışı bir yapılanmaya sebep olacağının farkına vardılar. Bunu durdurmak istediler. Kaddafi’nin devamlı vurguladığı özellikle Afrika ülkelerine birebir yaptıkları yardımların, birçok alanda gerçekleşen projeleri ciddi anlamda bu kıtada bir değişimin habercisi olarak algılandı. Afrika Birliği Teşkilatı’nın Avrupa Birliği gibi düzenlenmesi çalışmaları Kaddafi’nin projesi idi. Kaddafi bunu 2002 yılında ilan etti.  Afrika Birliği Teşkilatı’ndaki “teşkilat” kelimesini de o kaldırttı, çünkü bu devasa yapının amacını sınırlayan bir kavramdı. 2014 yılında Afrika Birliği parası, Afrika Bankası onun katkıları ve desteğiyle hayata geçmiş olacaktı. Afrika parası aynı avroda olduğu gibi tüm kıta ülkelerinin yegâne para birimi olacaktı. Bunun tüm altyapısını hazırlamıştı. Bunların artık bir hayal değil de gerçek olma safhasında ilerlediğini gören Batı Kaddafi’nin durdurulması ve yok edilmesi planlandı.

En basitinden Türkiye’de Suriye asıllı gazeteci Hüsnü Mahalli benim de katıldığım bir televizyon programında Kaddafi ile 1970 ve 1980’li yıllarda en az yüz kere görüştüğünü ve ruh hastası olduğunu üstüne basa basa tekrar etmişti. Herhangi sıradan bir insan ruh hastası ile nasıl olur da yüz defa görüşürdü? Neden ancak doktorların müdahalede bulunması gereken bir kişi ile bir gazeteci bu kadar çok görüşürdü. Oysaki o dönemi iyi bilenler ki bizzat kendi ifadesiyle de Kaddafi’nin Yeşil Kitabı’nı sadece Türkçe’ye tercüme etmesi değil, aynı zamanda bu kitabın propagandasını yapması çoktan unutulup gitmişti. Aslında o da biliyordu ki Kaddafi bir ruh hastası değildi. Kaddafi’den istifade eden herkes gibi onun sonunun geldiğini anlayınca aralarına mesafe koymak için hakaret etme yarışına girmişlerdi. Kaddafi öldürülerek geçmişteki girift ilişkileri yüzde doksan beş örtüldü. Ama gerçekler er veya geç ortaya çıkacaktır.

Yani Kaddafi’nin devrilmesi iç dinamiklerle değil de dış odaklı mı?

Zaten Libya’da Kaddafi’yi devirebilecek herhangi bir iç güç yoktu. Kaddafi’nin kurmuş olduğu 42 yıllık düzeni kendi iç dinamikleriyle yıkma şansına içerideki muhalifler dahi inanmıyordu. Evet, içten içe kaynayan Kaddafi’ye karşı bir muhalefet vardı ama bu Kaddafi’nin kurmuş olduğu düzeni ortadan kaldırabilecek hiçbir yapı yoktu.

s1000016.jpg

Arap Baharı için halkların kendi iradeleriyle özgürlük arayışı gibi değerlendirmeler var. Ne düşünüyorsunuz?

SANAL ALEMDEKİ İŞSİZLER HAREKETE GEÇİRİLDİ Mİ, DURDURULAMIYORLAR

Bunlar bizlere empoze edilen fikirler. Mevcut ülkelerdeki idarelerin sistemlerine karşı oluşmuş bir ideoloji mevcut değildi. Mesela İhvanı Müslimin doğrudan devletlerin rejimlerini yıkmaya yönelik bir hareketten ziyade sosyo-kültürel ve kamudaki haksızlıklara, adaletsizliklere karşı toplumsal bir tepki. Bu bir zihniyete, ideolojiye dönüşüp iktidarların da yerine geçebilirdi ancak o kadar olgunlaşmış ve rejimleri devirebilecek bir olgunlukta değildi. Bize ne dediler. Arap halkları bağımsızlıklarını arıyor ve hürriyetine kavuşuyor. Bunun daha önceki yıllarda filizlenen hiç bir altyapısı, hiç bir güçlü mütefekkiri yoktu. Geçmiş yıllarda Arap dünyasını etkileyen hem manevi önderler, hem fikir adamları vardı. Arap Baharı’nın her şeyden önce bir lideri yoktu. Öyle bir adam da, kurumlar da, ideolojiler de yoktu. Çok basit, sanal alemdeki özellikle işsiz ve çoğu az veya hiç eğitimsiz gençler başta olmak üzere büyük bir çoğunluk harekete geçirildiği zaman onu durdurabilecek hiçbir güç yoktur. Bu Paris’te de yapılsa bu gençliğin önü durdurulamaz, nitekim 2000'li yıllarda Paris’in banliyölerindeki sokak gösterileri, geceleri yakılan on binlerce araç kurtarılabildi mi?  Fransa’da da, Amerika’da da durdurulamaz. Bir Arap ülkesinde de haliyle durdurulamazdı.

"Arap Baharı İfadesi Bizi Aldattı"

Yani bu “Arap Baharı” kelimesi de “Arap halklarını hürriyetlerine kavuşturuyor” düşüncesi, maalesef önce bizi aldatan kelimelerdi ve biz maalesef hazırlıksız yakalandığımız için öyle bir şeyin olamayacağını bilemedik ve çıkıp “hayır kardeşim böyle bir şey olamaz” diyemedik. Tam tersine kısa zamanda ve tereyağından kıl çeker gibi sonuçlarak diktatörler gidecek demekte aceleci davrandık. Bunun ideoloğu yok fikri alt yapısı yok, bunun uzun seneler içerisinde ne Tunus’ta,  ne Cezayir’de, ne de Fas’ta, hatta Libya’da herhangi birisinde oluşmuş rejimlere adeta iyice kinlenmiş, onları her an yıkmaya yönelik oturmuş hiçbir yapısı yok. Ama varmış gibi, derhal bu iş suhulette halledilecekmiş gibi, dahası  domino etkisi yapacakmış gibi algılamamız sağlandı. Tunus’taki Ali bin Zeynelabidin’in iktidardan uzaklaşmasıyla zannedildi ki herkes onun gibi ülkesini bırakıp kaçacaktı. Bu bizlere adeta empoze edildi ve beyinlerimize sokuldu. Bizlerde bunları çok ileriye yönelik projelerin ayak sesleri olarak okuyacak ciddi bir analiz yok, bunun için de yerelde her an tetikte bu tür dönüşümleri gözetleyen ve çok bilgi edinmiş uzmanlarla donanmış olmamız gerekiyor.

"Kaddafi'nin İç Dinamiklerle Devrilmesi İmkansızdı"

Kaddafi’nin iç dinamiklerle devrilmesinin mümkün olmayacağını bilenlerimiz elbette vardı, ancak bize Arap Baharı ve benzeri şeyler o kadar üstten geldi ki biz o ülkelerin iç dinamiklerini bilen insanların söylediklerine kulaklarımızı kapadık, dinlemedik. Kaddafi de her fani gibi bu dünyadan kopacaktı, ne olurdu 3 veya 5 sene sonra olurdu. 80 yıl duracak hali yoktu, ama ülkesine neler yaptı, ondan sonra neler oldu? İkisini mukayese ettiğimiz zaman Şeyh Galib’in şiiri vardır “Hârname” orada otlaklardaki ineklere özenen eşeğin de boynuz beklerken daha sonra onların yaptığı, istifade ettiği şeyleri de kullanmaya kendisi başladığında bu defa kulaktan ve kuyruktan olduğunu söylüyor. Bu bir hikâyedir. İnsanlar alemiyle örtüşür örtüşmez ayrı konu. Bugün aslında sadece kulaktan ve kuyruktan değil ayaktan koldan kanattan da oldu Müslümanlar, ne ev, ne yurt kaldı. Hazineler boşaltıldı. Durduk yere herkese muhtaç hale geldiler.

Kaddafi zamanında hakikaten dini anlamda da çok ciddi şekilde tasvip edeceğimiz gelişmeler oldu. Önceki tavrına göre, mesela 2005 öncesi Libya’da başörtülü kadın özellikle devlet dairelerinde kamu kurumlarında görmek mümkün değilken, o yıldan sonra adeta başörtüsüz hiçbir yerde kadın görmek mümkün değildi. Yani bu Kaddafi’ye rağmen olmuş bir şey değil. Kaddafi’nin kişiliği, onunla ilgili uluslararası camiada yazılanlar, onun kendi ifadeleri bile birebir, cümle cümle incelense, her tarafın onun hakkında söylediği ile kendisinin kendi hakkında söylediklerinin bile yorumlanacak tarafları vardı.

Libya'nın Türkiye İçin Önemi

Arap dünyasına karşı yapmış olduğu konuşmaları ironi şeklinde yaptığının farkında olan bir liderdi Kaddafi. Yani bu şu demek değildi: “Kaddafi çok mükemmel bir insandı, uluslararası camiada çok kabul gören bir kişilikti”. Yani uluslararası camiada onun tarzının bir karşılığı yoktu zaten. Örnek verebilecek olsak, mesela Asya'da bu lider gibi başka İslam ülkelerinde Kaddafi’yi örnek alacak liderler yoktu. Biraz nevi şahsına münhasır bir adamdı. Keşke vakit olsa da Libya'nın iki bin yıllık, üç bin yıllık tarihini konuşabilseydik. Her Libyalı gibi Kaddafi'de de Libya'nın tarihteki konumuna göre yapacağı hamleler değerlendirilip Akdeniz havzasında, Mağrib’in ortasında, Kuzey Afrika bölgesinin tam merkezinde ve güneyinde Sahraaltı Afrika’da tarihteki tüm etkileşimleri en üst seviyesine çıkarılmıştı. Biz bunları anlarız aslında Türkiye olarak. Çünkü biz de 1970’li yıllarda, bulunduğumuz coğrafyada en tecrit edilmiş ülke idik.  Kıbrıs Savaşı'nda bize yardım eden tek ülke, dost dediğimiz ülkelerin çok çok üstünde, çoğu zaman tek başına Libya olmuştur. Türkiye'nin ekonomik anlamda Amerikan dolarına ve Alman markına muhtaç olduğu dönemlerde, yani 1980’lerde, ülkemiz müteahhitlerine verdiği büyük ihalelerle milyarlarca dolar  ülkemize girdi. Türk işadamları “Türkiye sınırları dışında adeta dışarıda nerede iş yapılır, nasıl yapılır, yapabilir miyiz”, dediklerinde ilk kapı onlar için Libya oldu. Libya’da büyüyen her firma adam gibi çalışıp hakkını verince her biri daha sonra Suudi Arabistan’da Rusya’da yani dünyanın değişik yerlerinde büyük ihaleler aldılar. Ama onların dünyaya açılmasında Libya kilit ülke oldu, baş ülke oldu. Osmanlı Devleti bile Libya’ya bakarken Libya’yı sadece Libya olarak görmezdi. Tüm Libya'daki dört asırlık varlığı süresince bu ülkeyi Afrika’ya açılan bir kapı veya bir pencere olarak görürdü.

Libya'da Ulusal Birlik Hükümeti kurma çalışmaları var.  Bu noktada bu Birlik Hükümeti kurulabilir mi?

Şunu söyleyeyim, Kuzey Afrika'da olsun, genel olarak Afrika'da olsun en eğitimli insanların olduğu ülke burasıdır. Kaddafi bu işe çok para yatırdı. Kaddafi’yi hiç sevmeyen insanlar bile onun kendilerine sunmuş olduğu imkanlarla eğitimlerini aldılar. Yani diyeceksiniz ki “ülkenin kaynakları vardı, Kaddafi onlara vermeyecek de kime verecekti” bu ayrı bir konu. Sonuç olarak bu insanlara ülkede eğitim imkanı verildi. Afrika'nın onlarca ülkesinde henüz hiç bir üniversite olmadığı bir dönemde veya doğru çalışmadığı, işlemediği bir dönemde Libya hem Afrikalıları hem Libyalıları okuttu ve bu insanlar Libya’nın aydınlık yüzü oldu. Yani Libya’daki sistem iyi adam yetiştirdi.

Bu adamlar Kaddafi'ye bağlıydı, değildi bu da ayrı konudur ama bugün tüm bu mücadeleleri bu adamlar yürüttü. Sonuçta sizin muhatap olacağınız, ister Batıyla iş yapsın ister Araplarla iş yapsın, ister Doğuyla, ister Türkiye'yle, nereyle ne iş yaparsa yapsın, muhatap olduğunuz her Libyalı bir kere en azından üniversite mezunu, okumuş insandır. Fakat bu insanlar çatışmıyor zaten.

"Libya'da Eğitimsiz Kitle Çatışıyor"

Çatışan insanlar, çoğu eğitimsiz olan insanlar. Bu insanların arasında Libyalı olmayanlar da var. Asıl çatışmayı yapan, tetikleyen o insanları oraya getiren orada Libyalılar arasındaki fitneyi tetikleyen dış güçler, yoksa ben Libya'nın herhangi bir tarafından, tanıdığım herhangi bir insanın diğeriyle bir problemi olduğunu, birinin diğerini yok edecek bir düşünceye sahip olmadığını çok yakinen biliyorum.

Uluslararası Toplum Libya'yı Birbirine Düşürdü

Uluslarası toplum Libya'yı birbirine düşürdü. Şimdi ben hala Libyalıları çok barıştırma niyetinde olduklarını düşünmüyorum. Libya'yı oyun dışında bırakmak istiyorlar, bu ülkenin çok büyük kaynakları var, bu kaynakları yurt dışındaki bankalarda uluslararası büyük sermaye çevreleri geri vermemek için buradaki iç savaşın devamını istiyor. Yani oradaki kavganın bir gününde bazen onlarca milyon dolar gibi çok büyük paralar sarf ediliyor.  Libya'yı oyun dışında bırakarak kaynakların yurt dışındaki bankalarda uluslararası büyük sermaye çevrelerince kontrolü amaçlanıyor.  

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SEMBOLİK BİR KURUM

Birleşmiş Milletler sembolik bir kurum. Kavgayı gürültüyü yatıştıracak bir durumu olsa bu tarz kavga durumlarını zaten yatıştırdı. Ancak muhalif tarafları bir masa etrafında toplayabilme yetkisi Uluslararası camiada Birleşmiş Milletlere veriliyor. Birleşmiş Milletlerin durumu zaten ortada. Şimdi İslam Askeri İttifakı kurulması gündeme geldi ve kuvvetle muhtemel kurulacak. Kurulduktan sonra bu girişim, mesela iyi çalışırsa, Birleşmiş Milletler'e en azından Müslüman ülkelerde gerek kalmayacaktır. Bu askeri ittifakın tüm dünya müslümanlarını kapsaması büyük ihtimalle mümkün olmayabilir, ama geniş çaplı tutulacağı belli. Buna şimdi soğuk bakan ülkeler de var. Gerekli görmeyen ülkeler var. Tutup tutmayacağı bile belli olmayan bir girişim gözüyle bakanlar var. Ama Müslümanlar tarihte bunu defalarca yapmışlar, zaman içerisinde yekvücut olmuşlar. Haçlı seferlerine karşı koyarken sadece Selçuklu Devleti veya Osmanlı Devleti karşı koymamıştır. Selçuklu Devleti öncü ise de Endülüs işin bir ucundan tutmuş, Kuzey Afrika başka bir ucundan tutmuştur. Onlar olmasaydı Selçuklular Haçlı Seferlerinin üstesinden tek başına gelemeyecekti belki de. Bu sebeple tarihin değişik dönemlerinde Müslümanların güçlerini birleştirdiklerinde muktedir olduklarını ve huzuru, barışı getirdiklerinin çok örnekleri var.

Kimi çevreler Suud öncülüğünde kurulan İslam Ordusu’nda bazı devletlerin olmayışını, bu ordunun merkezinin Riyad/Suud oluşunun mezhep savaşına zemin hazırlayabileceğini ortaya attı. Ne düşünüyorsunuz?

İKTİDAR MÜCADELELERİ, GÜÇ GÖSTERİLERİ MEZHEP SAVAŞI ŞEKLİNDE YANSITILABİLİR

Mezhep Savaşı kafamızda yok, ama birileri bizim aramıza mezhep savaşını, her zaman sokabilir. Bizde aynen Arap baharında olduğu gibi hazır olmadan o tuzaklara düşebiliriz. Mezhepler Savaşı; adı öyle konur ama hiçbir zaman mezhepler yüzünden savaş çıkmaz. İktidar mücadeleleri, güç gösterileri mezhep savaşı şeklinde yansıtılır. İnsanların günlük hayat tarzına, yani ben sizin ne giyeceğinize, ne yiyeceğinize karışamıyorsam, inanç noktasında sizin nasıl yaşadığınıza da müdahale etsem etki etmeyeceği ortada. Yani mezhepler savaşmanın değil savaştırmamanın yoludur. Bunu çok iyi tutturmamız gerekir. Mezheplerin ortaya çıkışı ve İslam tarihinde özellikle Ehli Sünnet mezheplerinin temel varlık sebebi çatışma ortamında Müslümanları çatışmanın ötesinde tutabilmek, o alanın dışına çekebilmektir. Yani bir mezhep her gün mezhep icat eder gibi, her gün ideoloji icat eder gibi icat edilmez. Mezheplerde kimse kalkıp mezhep kuruyorum diye kurmamıştır. Hicretin ilk asrının içinde ve ikinci asırda mezhepler şekillenmiştir. Mezhepler ortak aklın birleştiği büyük kitlenin gittiği yoldur. Mezhep bir kişinin tekelinde olan bir şey değildir. Biz önderine “imam” diyoruz mesela. İmam öndeki kimse demek, yoksa imam demek, siyasi bir lider ya da bunun ideolojisini icat eden adam demek değildir.  Mesela batılılar mezheplerini din gibi algılıyorlar biz öyle algılamıyoruz. Biz sadece Müslümanların hayat tarzlarının her birinin kendisini koyabileceği bir şey değil, ortak aklın koyabileceği bir şekillenme olduğu için buna mezhep diyoruz. Ebu Hanife'nin verdiği bir fetvaya talebeleri daha başka bir fetva veriyor. Biz onları yerine göre Ebu Hanife'nin fetvasını, yerine göre talebelerinin fetvasını, yerine göre daha sonraki alimlerin fetvalarını kullanıyoruz. Kesinlikle şunu söylemek lazım. 

Mezhepler kavganın sebebi değil, kavga etmemenin sebebidir. Kavga etmemek için oluşan ve uzun zaman dilimi içerisinde şekillenen ortak aklın gittiği bir yoldur, orada savaş olmaz. Orada savaş sebebi de olmaz. Eğer birisi bugün mezhep bahanesiyle orada çatışma çıkarıyorsa onun arkasında kesinlikle siyasi, hırs, iktidar mücadelesi, güç mücadelesi, "ben" kavgası vardır. Bunun adını mezhep savaşı koyabilirler ama bizim bunun mezhep savaşı olmadığını bilmemiz, buna hiçbir zaman mezhep savaşı dememiz gerekir. Velev ki herkes söylese bile Müslümanların söylememesi gerekir.

Işid’i bir aktör olarak Libya’da ve Ortadoğu’da nasıl görmeliyiz?

IŞİD BİR PROJEDİR

Mezhep kavgası denilen şey Ehli Sünnet mezheplerinin dönemin şiddetli siyasi gerginliğine katılımıyla değil, bizzat Şia ile Haricilik arasında İslam’ın ilk çağlarında yaşanmıştır. Hatta Ehl-i Sünnete hayat hakkı vermez hale gelmişlerdi. Sonraki dönemlerde olan tüm kavgalarında asıl unsurun Şia ve Haricilik’in oluşma sebeplerinin siyasi uzantılarıdır. Dini değildir, ama din kisvesi giydirilmiştir. İslam tarihinde DAEŞ gibi bir örnek de hiç görülmemiştir. Yani tüm mezheplerin içerisindeki en uç noktalara dahi bakalım bunu göremeyiz. Örnek vermek gerekirse Şia’nın bir kolu olarak Gulat-ı Şia gibi yapılar da zor görülmüş olabilir. Yani DAEŞ başlı başına bir projedir. Bu oluşum içerisinde bulunan insanların da neden orada oldukları, nasıl oraya sürüklendiklerinin farkında olduklarını ben ihtimal dahi veremiyorum. Ancak işin içine girdikten sonra bir daha çıkamıyorlar. Yani oralarda dinini samimi bir biçimde öğrenmiş ya da öğrenme niyetinde olan insanlar ne DAEŞ’e gider, ne de başka bir aşırılıkçı yere. Oraya giden insanın içinde dine karşı bir alaka vardır, ama onu bir türlü sağlıklı bir biçimde kuramamıştır. DAEŞ de insanın o dine olan ihtiyacını öyle bir döneminde yakalar ki onun daha önceki din algısının yerine kendi algılayışını yerleştirir.İslam tarihine baktığımızda en aşırı tedhiş grupları dahi DAEŞ’in yaptığının yarısını dahi yapmamıştır. Yani DAEŞ’in bizim tarihimizin, Hz. Peygamber’den bugüne değin hiçbir dönemiyle alakası yoktur. O halde kim bunlar? Bunların arkasında kim var? Bu çok bilinmeyenli bir denklem gibi bizim önümüze koyuldu. Ben DAEŞ’in tabanındaki insanların bile orada neler olduğunu bildiğini zannetmiyorum. Libya’daki DAEŞ ise bazı muhalif gruplarının gittikçe uçlaşması, sertleşmesiyle ve merkezden uzaklaşarak bir daha uzlaşı sağlanamayacak bir hale gelmesiyle oluşmuştur. Bunların mensupları ise her gün adam devşirmekle meşguller. Bu devşirilen insanlar içerisinde de bugün Müslüman olup ertesi gün İslam devleti kurma sevdalısı olan insanlar çok fazla. Mesela DAEŞ’in içerisinde anne babası Hristiyan olup kendileri ihtida ettiğini iddia eden beş ila on bin arası çoğu genç insan var. Bunlar batının eğitim sistemiyle yetişmiş insanlar. Bu eğitim sisteminin sorgulanması lazım. Batılılar bunu ifade ediyorlar ama bu sorgulama işinde geleceğe yönelik de hiçbir şey yapmıyorlar. Mesela seksenli, hatta doksanlı yıllarda, orada Müslüman olan kimseler vardı. Bunların dinlerini kendi ülkelerinde öğrenme fırsatları olmadı, ya da bilinçli olarak engellendi. Bu kimseler Hristiyan da olamadılar ve sonuç olarak iki kültür arasında sıkışıp kaldılar. Manipüle edilmeye çok açık durumdaydılar. Yani baktığımız zaman bir milyon insan içerisinde sekiz on bin insan bu şekilde etkileniyor ve tüm kötülüklerin oluşumunda etkili oluyorlar. Bu oluşumda mutlaka kurucu bir idare var ama bunların kim olduğu bilinmiyor. DAEŞ’te Bağdadi’nin falan olmasının ihtimali dahi yok. Baştan beri ta Bağdadi bu işlere başlamadan önce Irak'ta zindanlardaki günleri ile geleceğe yönelik adımlarının programlanmış olma ihtimali var. Sanki zulüm görüyormuş gibi dışarıya yansıtılıyor olabilir. Oysaki oralarda zulüm görmemiş bile olsa görmüş gibi gösteriliyor. Hatta belki de  oradaki mahkumlara zulüm yapanlardan biriydi. Bu oluşumun önemli isimlerinin eski Baas rejiminin güçlü adamları olduğu söyleniyor. Bu adamlar Arap kültürü içerisinde yetiştikleri için bunların “Allah, Kur'an, Kitap” demeleri zor değil. Bunların Müslüman olmasına bile gerek olmayabilir, velev ki Müslüman da olabilirler. Irak ve Suriye’nin bugünkü bu halinin hazırlayıcı safhalarındaki adamlardan bir Hıristiyan vardı. Önce Suriye'de siyasi manevralarla Baas rejimini iktidara getirmiş. Adamın adı Mişel Eflak. İsmi pek geçmiyor, hiçbir anlamı yok gibi görünüyor. Mişel Eflak Suriye'de Baası iktidara getiriyor. Ondan sonra Suriye'de iktidara getirdiği Baas’la sözde büyük bir krize giriyor ve sonra Irak'a geçiyor, Irak'ta aynı şekilde Baası kuruyor, Saddam'ı falan iktidara getiriyor. Ondan sonra bu adam Vatikan'a gidiyor Roma'ya gidiyor. Bu bölgelerde çok ciddi faaliyetler yürütüyor. Irak'ta ölüyor mezarına Mişel Eflak yazıyorlar, tabii Mişel Eflak ismi nefret uyandırdığı için Müslümanlarda, bir süre sonra Saddam onun mezarında iken Müslüman ediyor. “Ahmet Eflak” yazdırıyor mezar taşına. Yani kimdir bu adam? Dünün Mişel Eflak’ı vardı, bugün hangi kimlikle Mişel Eflak nerede hareket ediyor? Bunları biz burada oturduğumuz yerden veya cepheden dahi bulamayız. Büyük politikalar, büyük siyasetler, büyük nefretlerin, savaşların planlandığı masalar çoğu zaman belki de barış masaları olarak kamuoyuna yansır. İnsanlar barış için toplanırlar, barış adına, insanlık adına toplandıklarını söylerler, ama oradan başka neticelerin, bazı sonuçların insanlık için bir kâbusa dönüştüğü görülür. Bunun en  büyük örneği 1884 yılında Berlin'de toplanan Berlin Kongresi’dir. Afrika'nın paylaşılması konusu. 1885’in Şubat Mart aylarında neticelenmiş, imzalanmıştır. Ondan sonra harita üzerinde Afrika'nın tamamı bugünkü haliyle yüz yirmi sene önce parçalanmıştır. Yani hiçbir şey 10 senelik 5 senelik planlarla yapılmıyor. Bugün DAEŞ üzerinden belki 2100’lerin bile dünyasının şekillenmesini çiziyorlar. Avrupalılar Afrika'ya girdikleri anda Afrika'yı modernleştirme Afrika'yı dünya ile bütünleştirmek, Afrika'daki çağ dışı kalmış manzaraların modernleşme olarak ortaya çıkması şeklinde sunulmuştur. Sonuç kan, gözyaşı olmuştur. Bu dünya tarihinde çok önemli bir değişimle noktalandı. Ondan sonraki süreçte dünya yeni bir kimliğe girdi ve bundan da en büyük zarar gören Müslümanlar oldu. Müslümanlar tarihin her döneminde iyi niyetlerinin çoğu zaman acısını en derinden hissettiler. Müslümana düşen iyi niyetli olmak gibi bir görev var, lakin o Müslümanın aynı zamanda güçlü olmak gibi de bir görevi var. Bu iyi niyetini ayakta tutabilmesi için güce ihtiyacı var. 

s1000027.jpg

Muslim Port

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cezayir’den Gambiya’ya giderken uçakta gazetecilerle söyleşi gerçekleştirdi

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cezayir’den Gambiya’ya giderken uçakta gazetecilerle söyleşi gerçekleştirdi

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cezayir’den Gambiya’ya giderken uçakta gazetecilerle söyleşi gerçekleştirdi Devamı...

Amin Maalouf: 'Model ülke Türkiye' durumu, Arap Baharı’yla birlikte bitti

Amin Maalouf: 'Model ülke Türkiye' durumu, Arap Baharı’yla birlikte bitti

Habertürk TV Yayın Koordinatörü Kürşad Oğuz'a konuşan dünyaca ünlü Lübnan kökenli Fransız yazar Amin Maalouf'un röportaj Devamı...

Yavuz Bülent Bakiler: Gerçek şair ve yazar sokakta olmalı

Yavuz Bülent Bakiler: Gerçek şair ve yazar sokakta olmalı

Şair ve yazar Bakiler, "Elbette gerçek şair ve yazar sokakta olmalı. Sokağın nabzını tutmalı. Sokaktaki insanı tanımalı. Devamı...

'SDG'nin kaçan sözcüsü Silo, ABD-PYD/PKK ilişkilerini anlattı

'SDG'nin kaçan sözcüsü Silo, ABD-PYD/PKK ilişkilerini anlattı

Suriye'de terör örgütü PYD/PKK'nın paravan kuruluşu SDG'den kaçan Talal Silo, ABD'nin silah yardımlarının iç yüzünü anla Devamı...

Laik kesim pek anlamıyor, din de özgürlük alanları açan bir şey...

Laik kesim pek anlamıyor, din de özgürlük alanları açan bir şey...

"Varlığını tehdit eden bir güç yokken AK Parti'nin yanlışlarını kabul etmek istemiyorum" Devamı...

YAZARLAR

Dr. Muhammad SAFAR د. محمد صفر

(3) خواطر رمضانية قرآنية Devamı...

Dr.Ali İmran BOSTANCIOĞLU

Beşeri Sermayeden Etkin İstifadeye Dair Devamı...

شهم الدين بلاحورلو

اليوم العالم الاسلامي يقف علي حافة الهاوية Devamı...

Prof.Dr.Abdullah KAHRAMAN

Covid-19 Aşısı Üzerinden Medeniyet ve Uygarlık Farkı Devamı...

Beytullah DEMİRCİOĞLU

Haydut Devlet İfadesi Devamı...

Mustafa KASADAR

Ar damarı çatlayanların alçaldıkça alçalmaları Devamı...

Av. Mustafa KARAKAŞ

Anayasa Değişikliği, Yargı Tarafsızlığı Devamı...

İdris ŞEKERCİ

28 ŞUBAT'IN SAHTE MAĞDURLARINI DA SAHTE KAHRAMANLARINI DA TANIYORUZ Devamı...

Tuğba GÜNEY

KAYGI VE TEVEKKÜL Devamı...

Arslan ATEŞ

ETE KEMİĞE HAPSOLMAK Devamı...

Dr. Metanet OĞUZ

İNSAN, ÖZ DEĞERLERİNİ NASIL BELİRLEMELİ? Devamı...

حسين الموسى

وجاء رمضان Devamı...

Bayram KARA

AMERİKA YAZILARI-3 MASKE-DİN-BİLİM Devamı...

FOTO GALERİ

Time Alem © 2015 Yasal uyarı : Sitemizdeki tüm yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması kesinlikle yasaktır.